26 Aralık 2017 Salı

Aydınlık Savaşçıları MORO DESTANI Salih Mirzabeyoğlu





“Yeni biten savaş ertesi
beraber geçen bir günün batımında
-henüz silahları çatmadan
sessizliği duyamadan orman
çocuk sarılamadan babaya
baba yiğidine kavuşamadan
kadın erini karşılamadan
yavuklular göremeden birbirini
çiçeği burnunda delikanlıların
analar sırtını sıvazlayamadan-
Kurtuluş Savaşıyla kurtardıklarımız
birlik oldu birlikte savaştıklarımızla
-bedeli ihanet oldu kanımızın-
kara bir bulut gibi
kapkara düşünceyle
-kiralık düşünceleriyle-
“giydiler çıkardıkları çizmeleri”
emperyalistlerin.
-efendi olma hevesiyle
silahları bize döndü-
(gözardı olurken
çürüten, iyiyi, doğruyu, güzeli
çelik örgülü canavar çenesi.)
canavar ki engizisyon kültürlü
-dişleri çağımı dişleyen
-dişleri birbirini dişleyen
-dişleri MORO’yu dişleyen
kendi için kendi benzerine
-çağdaş uygar- Marcos’a bıraktı
çizmelerini.
(farketmez zaman ve yer
ismi ister Ferdinant Marcos
ister TATÜR olsun
köpekler birbirine benzer)
böyle başladı anlatmaya
-unutulmuş sessizliği dinlerken-
kurşunların türküsünü.
böyle başladı anlatmaya
bağımsızlık için savaşın
-bir uçtan bir uca örnek
kükreyen yüreklerin-
destansı öyküsünü.
…Ferdinant Marcos
“Mutlak Fikir” düşmanı
Ferdinant Marcos
celladı insanımın
-ülkemin hali ayna-
yüzünü gör gerçeğin:
-Bangsa Mora’da kanlı kırım
…şen kahkahalar
-Amerikan emperyalizminin
…kayıtsız bakışlar
-dökülen kanı kardeşimin
…ahmak tebessüm
işi var fahişe yüzlü devlerin
-birleşmiş milletler toplantıları
silahsızlanma konferansları
ve anlatmak barış masalları-
cücelerse kuyrukçusu devlerin.
sandılar yanlızlığımız
suskunluğumuz olacak
suskunluğumuzun bahanesi olacak
yalnızlık.
sandılar sesi soluğu çıkmaz
kolu kanadı kırık insanımın.
bilemediler dağın, taşın
açan tomurcuk, uçan kuşun
ak öfke kesileceğini…
bilemediler her inançlı
bir kıvılcım taşır
böyle günlere…
bilemediler yalnız “mutlak hakim”e
bağlılığımızı
-yalnız ona kul ona eğileceğimizi-
bilemediler oy
kadın, ihtiyar
genç, çocuk
her can bir siper olup
burç burç
direneceğimizi!..
uşaklık eskimedi eskimesine
kölelik eskimedi eskimesine
“aşkta”, “bağlılıkta”, “yiğitlikte”…
sürüyor; sürecek zaman sahnesinde
iyi ve kötünün başlayan savaşı
ve zafer mutlak iyinin
bu dünya ve ötesinde
sigara dumanı… kelimeler… Hayal
tekrar canlanan canlar
diken döşeli yollar
ve imkanın ihanetinde
moroda savaşanlar.
sigara dumanı… hayal… kelimeler
hayali aşkın gerçek
gerçeğe ayna haber
ışıyor elçinin dilinden
çözüyor bilinen kördüğümü
korkunun kurduğu kördüğümü:
sabır ve savaş…
savaşla zafer
korkağa kaçıştır sabır
AKINCI’ya savaşta sabır
ve yürekler arındı mı pastan
kılıçlar arındı mı pastan
kördüğümler çözülür.
savaş ve sabır
sabır ve umut
umut ve zafer
savaşla zafer
duman… hayal… kelimeler…
düşmanın üstüne gidemiyorsan eğer
eğer “yaradandan” çok korkuyorsan ondan
kölece de olsa yaşama tutkun
aşkınsa yaradana sevginden
ve fikir dediğin eğer
kaçanın can simidi
kuş tüyünden bir yataksa
öfkeden ıraksa
sığınaksa
ve inanç dediğin
yürüyeni durdurmaksa
sen! kötü kadından beter
git kuyruk salla düşmanına
yaran, zararsızlığını göster
ve seyret elde silah döğüşeni
ülkeme utanç… ülkeme işaretler
savaşın sıcağından, sıcağına bir haber
heberde canlar
kardeşim canlar
sondan başa doğru
baştan sona doğru:
…yeni başlıyor savaş
-hem dünya akıncılarına katkı-
yeni başlıyor savaş
-bir günün doğumunda-
tohum çatladı çürümeden
kıvılcım tutuştu sönmeden
-bakış aşka döndü-
inanç eyleme döndü
mindanao adasından
-başladı ölümsüzlük sınavımız-
geç kalmışlığımız olmayacak
ne yaldızlı tasmalar; kul sistemleri
-ne doğrusu doğru ne iyisi iyi
ne güzel güzeli
köstebek tünelleri-olmayacak
geleceğe mirasımız…
onlar yükselecekler
eylem birikimimizden
işte
çekildi
isyan
bayrağı
“gemileri yakmışız isteyerek
mümkünü yok dönüşümüzün
çizgimize gelen gelsin”
köy köy
dağ dağ
ve şehir şehir
yankı gelir
bu kutsal çağrıya.
akınlarda besteliyor,
-tellerde ses
dudaklarda söz gibi-
kula kulluğa karşı
silahlı isyanını.
bilen geldi “aşkına”
ölesiye savaşmaya
“bilen” bildi suskunluğun
kurtuluş olmadığını
bir yürek, bir bilek, bir seste
BİRleşti BİRler…
artık ne gam yeryüzünün
şeytana utanç zebanilerinden
ateş de olsa yürüyecekler.
ateş de olsa yürüyecekler
ateşe kalmamak için;
insan olma bedeli için,
iyi için, doğru için, güzel için
yeni bir dünya, yeni insan için
yüzlerinde aydınlığı kurtulmuşluğun.
“sonsuzluk kazancı çileden”
bir taze havayla ürperdi orman
açtı kucağını yüreklere,
nasırdan arınmış yüreklere,
ve gök sardı sarmaladı
hayat bağrına aldı
gelenleri.
doğru ve yanlış arasında
-insan-
hayat va gaye?!..
karanlık zıddına gebe kaldı!.
haykırmak kurşun gibi
haykırmak inançla:
ey karaya bulanmış çağ
ey marcoslar doğuran çağ
palet yürekli yaratıkların
artık çiğneyemeyecek
insan onurumuzu
çiğneyemeyecek
yabancı adam
toprağımızı
çiğneyemeyecek yabancılaşmış adam…
ey karaya bulanmış çağ
ey marcoslar doğuran çağ
-insanı gerçeğe yaban kılınmış-
tutuşturduk
buradan da
meş’alemizi
yüzün ağartmaya geldik.
çiçekler açıyor unutulmuş bahar
ilk aşka benzer ilk heyecan
ilk duyar gibi toprağın kokusunu
ilk gider gibi ilk savaşa
alevleniyor damarlarda kan
bu incecik kız gelinlik yaşta
bu desen oyun yaşında çocuk
bu ihtiyar-delikanlı.
ateş önü çatılmış tüfekler
ve ölüme hazır binler:
çiğneyemeyecek yabancı adam
toprağımızı
çiğneyemeyecek yabancılaşmış
adam.
bu ses
kan ter ve gözyaşı içinde
-en son nefese kadar-
yüzyıllardır
durmadan duraksamadan savaşanların
-öz akıncının-
(ingiltere, hollanda, ispanya
en son amerikayı
dize getiren
kuyrukçularına
baş eğmeyen)
bu ses
çağa vurulmuş mührü taşıyan
bin tufan yaşamış
bin engel aşanların
bu ses
-insanı kobay- dünyaya
kafa tutuş
hesap soruşun
bu ses o mana:
inançtan işlemez kurşun.
bu ses gönül gönül
ülke ülke
yayılsın
her cephesi bir vatan
-başağa gelişen tohum-
her cephesi bir bütün
bu ses
moro akıncısının
-aydınlık savaşçısının-
…aydınlık savaşçısı
-önderin seriyyesi-
gelen bir iz pembe şafaktan
-altın nesilden-
(her biri bir gökkubbeydi
kutba güneş
çöle vaha taşıyan)
akıncı o zaman bu zamandır
-bu zamandır-
zulmün dumanı tüten yerde
akıncı o zaman bu zamandır
-bu zamandır-
“ne uzlaşma, ne teslim
ne hiçlik
yalnız mutlak fikirde birlik
yalnız mutlak fikrin iktidarı”
dehşetin soluğu er ya geç
silinir hıncın gökgürültüsünde
ışık sütunlarından kurulur hayat
bilinir “yaşanmaya değer hayat”
sönük kalır deyişler:
ufuk açan leyla
dağlar delen ferhat…
ve silinir ne varsa
unutulmuş insanlıktan.
kanım yoluna… harcına kanım
moro dağları başkaldıranlar
bu manayı yaşatanlar:
bırak haksıza boyun eğeni
sıcak odalardan seyretsin
soğuktan ciğeri delinenleri
açları, çıplakları
unutsun ipe çekilenleri
kurşunlananları…
malı azalmasın onun
teni incinmesin tek.
bırak karışmayıp seyredeni
candan geçen gelsin safımıza
kavga kaçkını
fistan giysin dolaşsın…
gizli inançsız için değil
kılıçların gölgesindeki yer.
moro dağları gibi dik
moro dağlarında başkaldıranlar
onlar, bu manayı yaşatanlar:
çölde susuz nasıl yürürse suya
öylesine bir akıştır bizimki
kararlı
inançlı
inatçı
ister bozkır olsun ister çöl
ister yemyeşil vadi
senin vatanın benim vatanım özüm
sen oradan kıracaksın zinciri
ben buradan
bir gün mutlaka kavuşacak
ellerimiz
her şey
aydınlığa çıkmak için
her şey
“mutlak bir” için…
bu yol
bu uğurda
ne yasası, ne ilkesi
ne polis, ne askeri
ne topu-tüfeği marcosun
ne zulüm ne işkencesi
durduramadı onları
ne onu oynatan eller…
onlar
-mutlak hakimin hükmüyle
hükmetmeyene itaat
etmeyenler-
onlar -zafere kadar- savaşın
sabır heykeli.
onlar hıncını savaşta bileyenler
nefsini yenen
savaştan dönmeyenler-
işte jolo
işte mindanao
işte bajlban
-adaları-
onlar -her biri- cesaretin rengini giyinmiş
onlar şehitler safında yer arayan
onlar tek kalsamda
dönmem diyenler
(dönmemek için
tek kalmayı
bekleyenler değil)
kaçkınların -seyredenin- tersine
savaş alanında gösterenler
-ölüm pahası-
dönmeyeceklerini.
moro dağları
başkaldıranlar
gerçeğe esirler
onlar gerçeği iletenler
çelik dişliler arası
dünyaya
(ki manzarası
varlıkta açlık
toklukta açlık
açlığa çözüm
çözümde can sıkıntısı
sürünenlerle sürüngenler arası
bir dünya.-)
dur demeli bu gidişe
herşey “mutlak bir” için
herşey “mutlak fikir”le
sen oradan kıracaksın zinciri
ben buradan
işte jolo
işte mindanao
işte bajlban.
bir yudum su
kısa bir durak
sürüyor kükreyen yüreklerin
öyküsü…
sürüyor hayali aşkın gerçek
gerçeğe ayna haber
elçinin dilinden
heberde canlar
kardeşim canlar…
gelecek aydınlık ellerinde
aydınlık savaşçılarının
geleceğe ışık tutuyor
bacalod grande de
dökülen kanlarımız.
yas tutanımız yok, akıncıyız
yok içimizde sızlayanımız
“oyuncak tanımadan tüfeği tanıdı
kurşunu tanıdı
gerçek dostu
düşmanı tanıdı
konuşamadan öğrendi
özgürlüğün ne olduğunu
yürümeden daha ölümü tanıdı
çocuklarımız.
öğrendiler onlar için olmadığını
insan hakları beyannamesinin
öğrendiler birleşmiş milletler
domuzlar diktatoryasını
ve tanıdılar parçalanmış göğüslerinde
annelerinin
çağdaş uygarlığın sırtlan yüzünü
filipin ordusu
amerikan uydusu
ya moskof ayısı
ya çin
işi var fahişe yüzlü devlerin.
İKİ
ateşler ötesinde gece
-karanlığı yırtan şimşekler parlamakta-
gece -cephe gerisi-
yalanlar çıplak, gerçekler yalın…
“birazdan sesler kesilir, birazdan
nefesine karışır duanın en içlisi
birazdan boşanır zincirler, birazdan
karanlıkta gezer sırların en gizlisi”
-biri sefere uyumlu değil
(güçsüzlük içinde savrulan…
korku yılgınlığa yeşermesin bir
yeşermesin yılgınlık umursamazlığa
bir kez zincirler paslandımı
bir kez alıştın mı kula kulluğa
hiç bir çağrı döndüremez
geri geri giden adımları
hiç bir çağrı döndüremez
yürekler bir pörsümeye görsün…)
-biri toplar yüreği buruk
gündüz serdiği süslü engelleri
(güçsüzlük içinde savrulan)
-birinde kabaran öfke sıcaklığı
“yeni akıncı” sefere hazır
(bir gül için bin kötüyü yakmalı)
bir gül için bin kötüyü yakmalı
işte bu heykel duruş
-dünyaya tepeden bakış-
bu eda
bu tavır
bu ateş hattına çılgın koşu
-ateş hattında sabır-
müjdecisi zaferin…
mademki uğrunda döğüşen var
-bu eda, bu tavır, bu koşu-
mademki yeniler sefere hazır
yurdumunda geleceği aydınlık.
gelecek aydınlık ellerinde
aydınlık savaşçılarının
…gece -cephe gerisi-
karanlığı yırtan şimşekler parlamakta
-eski akıncı- dede
duada
ağlamakta.
-”elim kolum tutmaz oldu
kaldım çoluk çocuk
kız kızan arası
yüz karası desen değil
bin ölümden beter
yürek yarası
hakkını verdim vermesine
“mutlak bir” için savaşın
gördüm devrilişini
koçyiğit oğulun
kardeşin
arkadaşın
durmak şöyle dursun
duraksamak geçmez
er
yüreğinden
ama neylersin kalakaldım… son çağ
tenim bana ihanette…
varsın yaşamak zor olsun ölümden
varsın bin ölümlü geçmesin gün
mahzun böyle köşemde
geçmesin bin ölümlü gece
-akınsız-
“cephede döğüşenin
yüreği pek
nişanı keskin olsun
düşmesin nefsin pususuna.
bilsin can tende emanet
bilsin gören göz
tutan elin
ne büyük nimet olduğunu
“bozulsun neronların oyunu
bozulsun uşakların pususu
uyansın “kardeş” dediklerimiz
gamsız uykularından.”
…sonra
-oynaşan alevler gibi- hülyalar içinde
yine dalgın seferler içinde
uzak diyar geçmiş zamanlar içinde
-”geçmiş zaman -birkaç yüzyıl-
henüz dün desem yeri
adına hutbe okuduğumuz
hünkârın ülkesi…
o devlet -kıtadan kıtaya
ırktan ırka kardeşliğin-
ve çalı çırpıya nisbet
çınar ağacı.
o, dört biryana akıncı salan
hissettiren ulaşamdığı yerde
adaletinin gölgesini…
uzaklıklar kısaldı zamanla
ve uzadı ayrılıklar
o ülke bize
biz ona yabancı şimdi
düşünmemeyi düşündü
dibe düşüşü
bitmez inişi
orada şimdi yarasalar bayramı
söylenen enternasyonal
kardeşlik (!) şarkıları
türeyen istek
boyunduruk değiştirmek
ve mazluma gülmek
(işte moro, türkistan
kırım, azerbeycan, ortadoğu
eritre…
bir milyar insan)
ve onlara yavan tepki
ırkçı kaygı.
daldı kaybolanın peşinden
iz sürdü tarihe
törpüsünde acının
-”savaşırken habersizdiler
yılan koyunlarında
savaşırken habersizdiler
savaşsız esir düşeceklerine
ve savaşırken habersizdiler
ihanete uğrayacaklarından
şehitler dirilselerdi bir bir
kalanlar gibi görselerdi
utanırlardı şüphesiz
kanları üstüne kurulan
manzaradan
cins cins “ahbes”in çocukları
mutlak fikire düşman
kiminde fikirsiz bez parçası bayrak
kiminin gırtlak hela arası
gerçeğinin alt yapısı
çağdaş medeniyete doğru
kimi diskotek yollarından
nerde o dağ gibi insanlar
nasıl doğdu bu fareler
uçan köprüler nesiller arası
uçan köprüler ülkeler arası
uçan köprüler…”
-”bir hatıra gölgesinde
neden böyle düşünürsün
iç çekişle geçmişi
anar titrer üşürsün”
irkildi koca reis uyandıran sesle
döndü geldi bozgun yolundan
(yaşamak ölümden beter…)
güneşi kaybolmuş ufuklar
sürünürken gülenler
dayak yedikçe…
ve batı artığı lokmaların
bayrama döndüğü yer
bando mızıkada nurlu ufuklar
kavgalar “biz sizdeniz, bizde
sizden”
ya amerikancı, ya marksist
karardıkça ruhlar
soyundukça insanlıktan.
satıldı satılıyor
şehitlerimizin kanları…
-”nasıl anmayım yiğidim
yasamız birdi
sevinci sevincimiz
tasası tasamızdı
nasıl yanmayım
bir gün yine de bir gün
-ya tam olmak, ya hiç-
son gün son hesaplaşmada
(bir ümit) bir kıvılcım
akışı tersine çevirecek…”
-”koca reis
boşa gözlerin yorgun
sessiz gelir haberci
geçti bildiğin rüzgar
o -hatırayla- durgun
bu sessizlik bu sessizlik
bıçak yarası gibi derin…”
-”bir ülke düşün
bu ülkede bir düzen
askerine
babasını biçtiren
bir ülke düşün
bu ülkede bir düzen
temeli ihanet
temelinde vahşet
gözyaşı
kan
darağacında kurulmuş
sarhoş buyruğuyla
yok olmuş insan
bir ülke düşün
insanlıktan kurtulmuş
kardeş kardeşe düşman.
anılmaz oldu adımız
kanıksadılarmı ne
utanç
yükünü
koptu
gönülden gönüle geçen bağ
unutuldu ölümsüz duygu
“aynı haramiler koparttı
dağıttı bizi”
-”diyeyim ki haklısın
duymak varken haksızsın
demenin sevincini.
burada akan kanımız
oluk oluk
oradan ne ses gelir
ne soluk
haklılığına lanet.”
koca reis… bu yüz
tunçtan iradenin
ne acılar gördü
bu asırlık gözler
yılgınlığı duymadı bu heybet
hiç bir yara acımadı
akıncı yurdunun suskunluğu
-o sese hasret- kadar
koca reis
gerçekleşmez hayalden
-hayalden yorgun-
geçerken mevsimler alnına
çizgi çizgi…
-”eskittim bunca yılın
yapraklarını…
kardeşlerimiz var zincirli
kardeşlerimiz var gamsız
uykuda
ne gelen var
ne iç açıcı bir haber
ve haramiler
uşaklarıyla pusuda.
desem ki yeridir
bu dert o hasret
ölsem toprağım saklayacak”
yankısıydı gözlerinde gördüğüm
sükuna hasret geçen günlerimin
-”yıllarca ayakta ben
yerde gölgem süründü
yıllarca hem güneş
hem gölge hüzne büründü
dört mevsimin tek rengine
dalmış bir hayat
sonu gelmez dertlere
aşina göründü”
bekler… yine de bekler
hayali ufku emercesine
hayali
akar
vadisinde
dileklerinin.
-”ağlamak günü değil
mutong katliamına
yas tutmak hiç değil
bacolod grande ye
ağlamak
yas
tutmak
günü
değil
ticalo kenti katliamına
döğüş günü bugün
er günü döğüş günü
kadına yas tutmak
yaraşır -yaraşmaz-
er olana unutmamak.
ama mümkün mü kahrolmamak
“o” suskunluğa…
biz döğüştük bunca yıl
yüce tuttuk inancımızı
başımızdan
silah bizi bırakana kadar
döndük geldik geriye
döğüşene yük olmamak için”
-hep aynı düşünce
o akıncı – o ülke
-”evet, hep aynı düşünce
o akıncı
doğuya can
mazluma hayat getirecek
akıncı – o ülke -”
eridi -sanki- mum gibi
anda uzaklık
haykırdı nabzının haykırdığını
bir milyar insan gibi:
-”yıkıldık yıkık gördükçe halini
vurulmuşa döndük beynimizden
yırt at
hiçe geçen günlerini
doğrulda gel
hatıralar içinden
sancak yine salınsın
o burçta
devir putlarını çağın
bir vuruşta
yaman ol yine yaman
-dileyene kadar aman-
hesap soruşta.”
-”hiç görmediğim
hiç tanımadığım
kimbilir hangi şehir
hangi köydesin
hangi köy, hangi dağda
karargâhın
toprağın altından
nasıl fışkırırsa tohum
bir bahar ansızın
çıkacak arsız otlar
arasından
düzenli ve örgütlü
yağmurda büyütür
onu
güneşte
doğruldu yerinden dimdik
şanlı akıncıyı karşılar gibi
gördü yüzlerini… gördü
hepsi tanıdık ve bildik
yırtıldı dünyayı karartan peçe
ve -biran- sandı bir an
doğan isyan ağaran gece
o an
yaklaştı yer gök birbirine
-”gördüm
şarkımı
kazınmış
gördüm
yerin
göğün
can
yerine
işte o
-hayal ufkunu yırtan gerçek-
engeller -önünde- tül gibi ince
dizginliyor başıboş gidişi:
-bu adalet
buda kuvvet
-bu tek doğru tek gerçek
buda köre, sağıra
haramiye yumruk-”
belki hakikat olacak belki…
sonra dualar döküldü ağzından
-ya rab… sen ümitlerimi kayır.
Aydınlık Savaşçıları-kumandan
ÜÇ
-”elbirlik olmak
gayesine ermemiş savaş
bitmemiştir diyenlerle
omuz omuza dayanmak
kalelerine emperyalizmin
ne dur
ne durak
ne rahat
yükseğe
daha yükseğe
en yükseğe
dikilsin
bu
bayrak
bu bayrak
yükselen
mücadelemizin
düşenler varmış
düşenler olurmuş
düşsün
aralık kalmaz bu saflar
işte küçük akıncı
kim bu kaçıncı sefer
tüfeği boyundan büyük
yüreği büyükten
şu yiğit kadın sesine bak:
-”şahin bakışlı
dağ duruşlum
er dediğine doruk yaraşır
kalma bir an
bakma geri
ateşte olsa yürü-ki
ateşe kalmayasın
evleri koru-ki
evimi koruyasın
yiğidim
evinde ben
can yoldaşın
savaşta ben
can yoldaşın
“umut dediğin
savaşan için
savaşan için
zafer dediğin.
kalma geri
doğru için
güzel için
iyi için
ileri
senin ellerinde yükselecek güzel günler.
sen yeniden fethe memur
sen kutlu asker
-karagözlüm
yiğidiyle
öğünsün
kaçar isem
saçın
yolsun
döğünsün
ölüm bir kez
doğmak hergün
doğan
aydınlığında
dünyanın
kurtulmuş canlarla…
bu yürek vurulmaz zincire
bu yürek ölüme hazır
biliriz
zafer mutlak inananın
yani savaşanın
yani sırtüstü yatanın değil
yani inanmayanın.”
bu destan
suların akışı gibi
küfrün surlarına tırmanışın
ve ilklerden başka örnek tanımaksızın
savaşanların
sen! anadolunun sahibi
sen! beklenen
sen! kurtulacak
ve kurtaracak olan
duy milyonlarca hasretin sesini
sen eryürek nasipli
beklenen sensin
özlenen sensin
gözlenen sen…
Salih Mirzabeyoğlu