31 Temmuz 2016 Pazar

“Hz. Adem (as)’ın Babası vardır” diyen Mustafa İslamoğlu’na cevap



Mustafa İslamoğlu Kur'an ile nasıl aldatıyor

Ebubekir Sifil Mustafa İslamoğlu'nun Hz Adem'in Babası Görüşü Neye Dayanıyor

Mustafa İslamoğlu Hz Adem'in babası vardır


(Muhatabını “ilim adamı” olarak kabul edilmeyi hak etmeyen biri olarak gördüğünden, burada söyleyeceklerim daha ziyade tekdir muhtevalı olacak.!)
Bu sapkınlık nereye kadar gidecek, duracaksa nerede duracak, bilemem. Bildiğim şu: Yıllardır dilimizde tüy bitti anlatmaktan: “Ey insanlar, bir kısım kimseler ellerinde Kur’an tutarak sizi bir yere çağırıyor. Ellerinde tuttukları Kur’an’a değil, sizi nereden koparıp nereye savurduklarına bakın. Elinde Kur’an tutmak, her iddiasının arkasından –kendi meallandirmesiyle– bir kısım ayetler okumak tek başına bir iddiaya meşruiyet/makbuliyet kazandırmaz. Aksi söz konusu olsaydı tarih içinde gördüğümüz onca itikadî fırka ortaya çıkmazdı. Unutmayın, o fırkaların her birinin elebaşı da elinde Kur’an tutuyor” ve “Ey insanlar, şimdiye kadar aldatıldınız; size doğru Kur’an anlayışını ben gösteriyorum” diyordu.
Dolayısıyla ey Ümmet, bu insanlara sırf ellerinde Kur’an tutuyorlar diye aldanmayın. Bu insanlar dillerini eğip bükerek söylediklerini “bu Allah’ın ayetidir” diye pazarlayarak ve ayetler arası ilişkiyi kendi hevalarına göre tayin ederek sizi bir yerlere çağırıyor. Bilin ki çağırıldığınız yer “muradullah” değil. Bu adamların heva ve heveslerinin peşinde savrularak size emanet edilen bu hayatı heba etmeyin!
Din’in temel sabitelerine ilişkin olarak geride bıraktığımız 1400 yıl içinde bu Ümmet’in ıskalayıp da ahir zamanda bir kısım yeni yetmelerin keşf ettiği herhangi bir hakikat olabileceğine ihtimal veriyorsanız, üzerinde konuştuğunuz dinin sahiden İslam olup olmadığını bir daha sorgulayın!
Sadece –Sünnîsiyle bid’isiyle– İslam Ümmeti’ne mensup kesimlerin değil, temeli vahye dayanan dejenere olmuş dinlerin mensuplarının dahi üzerinde ittifak ettiği “Hepiniz Âdem’densiniz; Âdem de topraktandır” hakikatini “öyle değilmiş, Âdem’in de babası varmış” diyerek reddedilmesi gerekenler kategorisine sokuyorsanız, bulunduğunuz yer Sofistaiyye’dir, bilesiniz!..
Evet “ilim”in yerini “retorik”in, Usul’ün yerini sloganın aldığı bir ortamda Mustafa İslamoğlu’yla hangi ciddi meseleyi hangi seviyede konuşabiliriz? Hatta konuşabilir miyiz? İslamoğlu’nun ilim adına anladığı dil hangisidir? Bu soruların bende cevabı yok.
“Kendini ilim adamı olarak görüyorsan, ilim adamının ilmî meseleleri başkalarıyla ilmî seviyede müzakere etmesi tabiidir; gel konuşalım” diyorsunuz; duvardan ses varsa ondan da var.
“İlim adamı değilsen, haddini bil, boyunu aşan meselelere girme” diyorsunuz; çilekeş mazlum ideal adamı pozlarına bürünerek “düşmanlarım üstüme çullanıyor” diyor. Aşağılıyorsunuz, “nisan yağmuru yağıyor” diyor. Peki sen hangi dilden anlarsın güzel kardeşim? Onu söyle o dilden konuşalım…
Aranızda, “İslamoğlu’yla uğraşman şart mı; bırak ne hali varsa görsün” diyen çıkar mı, bilmiyorum. Çıkmamasını umarım. Bu “adam”ın “Kur’an’ı silah olarak kullanıp” bu Ümmet’in inancına, değerlerine, aidiyetlerine… saldırması karşısında susarsak hangi yer bizi üstünde taşır, hangi gök bizi altında barındırır?.. “Suriye’yi İran’a verelim” diyecek kadar gözü dönmüş; ekmeğini yiyip suyunu içtiği topraklara da, Suriye halkına da, Ümmet’e de ihanetini en açık tonda ifade edecek kadar gemi azıya almış bir “adam”dan bahsediyoruz…
Her geçen gün tiynetini biraz daha açık ediyor. “Atalar dini” dedi, Ümmet’e savaş açtı; “İsrailiyat” dedi, Sünnet’e savaş açtı. Şimdiki savaş ilanı doğrudan Kur’an’a!..
(Bu arada, “Savaş açtı” tabirini kullandığıma bakıp da “ne muktedirmişim” diye şişinmesine vesile olmak da istemem. “Savaş” dediğim Donkişotvari olanından. Ama o Sanço’yu inandırabilmişti sadece, bizimkinin dili alabildiğine zehirli…)
Nasıl yapıyor bunu? Tabii ki maskeleyerek. Ümmet’e saldırısını “Emevi saltanatı”yla; Sünnet’e saldırısını “uydurma hadis” söylemiyle maskeliyor. Peki Kur’an’a savaşını neyle maskeliyor? “Popüler algı”yla! Popüler algı, hazır kalıplar, şartlanmışlıklar üzerine inşa edilir.
Herhangi bir şeyi “tartıştırmadan kabul ettirmek” istiyorsanız, önce algıyı oluşturur, şartlandırırsınız; arkasından diyeceğinizi dersiniz. “Cuk” diye oturur. Ayete bir anlam yükler, ardından “Kur’an böyle diyor” dersiniz; sonra da “Kur’an kendisine yanlış anlam verilmesini kabul etmez; derhal reddeder” diye eklersiniz. Karşınızdaki kitle, ayetler üzerindeki her manipülasyonunuzu Allah Teala’dan gelmiş bir “ayet” olarak algılar. Bir anlamda “hokkabazlık” yani. Ama bu da yetmez; kitlenin, “unique” olduğunuzu düşünmesi için, bir taraftan da şişik egonuzla yıkımcılık yapmalısınız. Hem de züccaciye dükkânına girmiş fil gibi…

Hz. Âdem (a.s)’ın babası?



Hz. Âdem (a.s)’ın topraktan değil, başka bir varlığın nutfesinden yaratıldığını, onun da –tıpkı diğer insanlar gibi– bir babasının ve annesinin bulunduğunu söylemek için sadece zırvalama yeteneğine değil, aynı zamanda hokkabazlığa ve hatta pişkinliğe de ihtiyaç vardır zira. Hatta bunlar da yetmez, yaratıcısına kafa tutan İblis mantığından da nasiplenmiş olmak gerekir…
Evet, ifade aynen şöyle: “(…) “Âdem’in babası kimdi?” diye soruyorum ara sıra ya! “Âdem’in babası da mı var?” diyorlar. “Var yaa! Kur’an söylüyor! İnsan suresinin ikinci ayeti Âdem’in babasının olduğunu söylüyor. Öyle ya! Herhalde toprak değil. Toprak hepimizin babası. (…) Ama Âdem’in babası var! (…) Onun için yani ısrarla bunun üstünde duruyorum. Yani Kur’an’a göre Âdem’in yaratılışını öğrenin. Gidip de uydurmalardan, Ehl-i Kitab’ın İsrailiyatın uydurmalarını Kur’an’a yamamaya kalkmayın. Anlatabiliyor muyum? Evet, nedir İnsan suresindeki? “Hel etâ ale’l-insâni hînun mine’d-dehri lem yekün şey’en mezkûrâ. İnnâ halakne’l-insâne min nutfetin…”
“El” (“halakne’l-insân” cümleciğindeki “insân” kelimesinin başındaki elif-lâm, E.S) cins içindir. İnsan türünün tamamını Allah nutfeden yarattı. Âdem insan mı değil mi şimdi? Buna karar vereceksiniz. Âdem de insan diyorsanız, o da “tür”e girer ki, o da nutfeden yaratıldı. Yani o da bir rahimden geldi. Âdem’i de taşıyan bir rahim vardı. Anlatabiliyor muyum?…”[1]
Evet, bir şeyler anlatıyorsun, ama hangi mekanizmanın ifrazatı olduğu belli olmadığından, anlattığın şeyler sadece “zırva” babından bir şeyler ifade ediyor… “Ben demiyorum, Kur’an diyor” demen, söylediğin şeyin “zırva” olduğun gerçeğini değiştirmiyor. Zira onu Kur’an demiyor; sen o küçücük beyninle bu zırvayı Kur’an üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyorsun!
İnsanlara anlatmak istediğimiz şey tam olarak işte bu! Şeytanının kulağına üflediği şeyleri “matah” kılmanın en kolay ve etkili yolu, onu Kur’an söylüyormuş gibi, yani Allah Teala’nın kelamıymış gibi sunmaktır. Herifçioğlu da bunu yapıyor: “Ben söylemiyorum, Kur’an söylüyor” diyor! Ne kadar masum değil mi?
İftiranın böylesini bir Ehl-i Kitap atmıştı Âlemlerin Rabbi’ne, şimdi de bu! Hata yapabilirliğini, yanılabilirliğini dile getiremeyecek kadar uçmuş, “Bu benim anladığımdır; doğruysa Allah Teala’dan, yanlışsa bendendir” diyebilme şansı dahi elinden alınmış. Tam ibretlik bir vak’a: “Kur’an söylüyor!” Yani bu senin sapkın anlayışın değil, Allah Teala’nın –kendisine hiçbir batılın yaklaşamayacağı– sözü öyle mi?.. Estağfirullah, sümme estağfirullâh!..

Hz. Adem (a.s)’ın yaratılışı konusunda Kur’an ne söylüyor?



Kur’an’ın, Hz. Âdem (a.s)’ın bir ana-babadan dünyaya geldiğini söylediğini böyle kesin bir dille iddia eden kimsenin, bunu “mefhum” olarak değil, “mantuk” olarak ifade eden bir ayet göstermesi gerekmez mi? Hz. Âdem (a.s)’ın “topraktan” yaratıldığını “nassen” ifade eden onca ayet dururken bir ayetin “mefhum”undan hareket ederek “Kur’an böyle diyor” demenin adı “tahrif” değilse nedir?..
Yukarıda verdiğim deşifre metinde avurtlarını doldurarak “El, cins içindir” falan diyorsun ya dinleyicide Arapça’yı yalamış yutmuş izlenimi oluşturmak için; şimdi soralım: Şu ayetteki “El” ne için: “Doğrusu Biz insan türünü bir nevi konsantre bir balçıktan yarattık.” (12/el-Mü’minûn, 12)[2] Meal açık, ama ben yine de yukarıdaki ifadelerini (“uyarlama” dışında) hiç bir tasarrufta bulunmadan kopyalayıp buraya yapıştırayım: “El”, cins içindir. İnsan türünün tamamını Allah bir nevi konsantre bir balçıktan yarattı. Âdem insan mı değil mi şimdi? Buna karar vereceksiniz. Âdem de insan diyorsanız, o da “tür”e girer ki, o da balçıktan yaratıldı….”
Aynı şey, 7/el-A’râf, 12; 15/el-Hicr, 26, 28; 17/el-İsrâ, 61; 23/el-Mü’minûn, 12; 32/es-Secde, 7; 55/er-Rahmân, 14 ve daha başka ayetler için de geçerli. Bütün bu ayetlerde de insan cinsinin balçıktan/çamurdan yaratıldığı açıkça zikrediliyor. Ne diyeceksin şimdi? Hz. Âdem (a.s)’ın bir ana-babadan dünyaya gediğini söyleyen gerçekten Kur’an’sa bunları söyleyen kim? Bu ayetler hakkında kıvranarak yapacağın her manevra, İnsan suresindeki ayet hakkında söylediklerin için de geçerli olacak “anlatabiliyor muyum?”
Doğrusu şu ki, âmm bir ifade umumu üzere bırakıldığında husus zorunlu olarak mühmel kalacaksa, umum, hususa hamlolunur, yani âmm ifadenin tahsisi zorunlu olur. Evet, bilhassa Hanefîler nezdinde âmm’ın hükmü kat’îdir; ancak tahsis gerektiren bir delil varsa tahsise gidilir. Burada bir değil, birçok hâss delil mevcut. Yani İnsan suresinde “cins için olan el takısı” ile gelen ayetin ifadesi âmm’dır; yukarıda adreslerini verdiğim ayetlerse hâss.
İnsan, 2 ayetindeki âmm ifade umumu üzere bırakılırsa, yukarıda adreslerini verdiğim ayetler mühmel/devre dışı kalacaktır. Dolayısıyla ister mantuk-mefhum cihetinden bakalım, ister umum-husus cihetinden, İnsan suresindeki ayetin diğerlerine takdiminin hiçbir usulî, mantıkî, Kur’anî gerekçesi yoktur! Tabii gözleri ve kalbi mühürlenmemiş olanlar için!..
“Şüphesiz Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir…” (3/Âli İmrân, 59)
Bu ayet, Hz. İsa ile Hz. Âdem (ikisine de selam olsun) arasında bir ilişki, bir benzerlik olduğunu söylüyor. Bunun özel bir anlamı olmalıdır ki, bunun, iki aziz peygamberin dünyaya gelişinin bir “baba” olmaksızın vuku bulduğu gerçeği olduğunda asla şüphe yoktur. Yoksa mezkûr iki peygamberi diğerlerinden ayıran, sadece ikisine özel bir başka benzerlik mevcut değildir. “Var” diyenin delil diye beyhude çırpınmaktan ya da İslamoğlu gibi “işkembeden atmaktan” başka yapabileceği birşey yoktur!
Bu ayetin devamı şöyle: “Onu topraktan yarattı…”
Şimdi, buradaki zamiri Hz. İsa (a.s)’a gönderecek olursak, O’nun topraktan yaratıldığını söylememiz gerekecek. O’nun yaratılış kaynağını “toprak” teşkil ettiyse, bu durum Hz. Âdem (a.s) için evleviyetle geçerlidir. Zira ilk yaratılan Hz. Âdem (a.s)’dır. Zamiri Hz. Âdem’e gönderirsek –ki doğrusu odu–- ayet, Hz. Âdem (a.s)’ın yaratılış maddesinin “toprak” olduğu noktasında  “nass” olur!
Gerçi bu meselede sapıtmadan önce yazdığın mealde[3] bu ayete düştüğün 4 no’lu notta, “Zımnen: Babasız doğmak bir beşere ilahlık kazandırsaydı, bu, Hz. İsa’dan önce Hz. Âdem’in hakkı olurdu” demişsin; ama senin kıvraklığında biri için bunun sorun teşkil etmeyeceğini biliyorum…
Uzatmayalım… Geldiğin nokta şudur Mustafa İslamoğlu: Allah Teala Kur’an-ı Kerim’in hiç bir ayetinde Hz. Adem (a.s)’ı bir “ana-babadan” yarattığını söylemiyor. Bunu Kur’an’a, yani Allah Teala’ya sen atfediyorsun. Yani Allah Teala’ya ve Onun kitabına açık ve net iftira ediyorsun!
Zebunu olduğun nefis ve şeytan ikilisi seni sonunda bu noktaya kadar savurdu. Bu aşamadaki bir insanın aklının başında kalması mümkün müdür? Belli ki senin için bunu söylemek pek mümkün değil. Aksi söz konusu olsaydı Allah Teala’ya ve Kur’an-ı azimüşşana bu iftirayı atmadan önce düşünürdün: Hz. Âdem bir anne rahminde, bir babanın nutfesinden yaratıldıysa, onun babası neden yaratıldı? Esasen bu sorunun cevabı, aklını peynir ekmekle yememiş bir kimseyi dehşete düşürmek için fazlasıyla yeterlidir. Zira “Hz. Âdem’in babası” insansa, onun babası da, onun babası da… insandır. Öyle olmak zorundadır. Senin ayarı bozuk mantığına göre İnsan suresindeki ayet “insan cinsinin” nutfeden yaratıldığını belirttiğine ve Hz. Âdem dahi bundan istisna olmadığına göre, “insan” cinsi olan her varlık bir nutfeden yaratılmıştır. Peki bu silsileyi Hz. Âdem (a.s)’dan itibaren geriye doğru nereye kadar götürebileceksin?

İki ihtimal var:

  1. Ya bu iş devr-i teselsüle girer ki, batıldır; sonu “taaddüd-i kudema”ya gider.
  2. Bu süreç geriye doğru “insan dışı” bir çiftin insana ebeveynlik yaptığı bir noktaya kadar gider. Darwin’e buradan  ekmek çıkmaz diyorsun, ama ağzından çıkanı kulağının duymadığı çok açık… Bir zamanlar Süleyman Ateş’in de düştüğünü müşahede ettiğimiz bu varta, diğerinden daha az ibretlik değildir.
Bu iki batıldan hangisini yeni bir “Kur’an söylüyor” iftirasıyla Allah Teala’ya atfedeceğin sana kalmış. Allah Resulü (s.a.v)’in, yukarıda adreslerini zikrettiğim ayetlerde ve benzerlerinde dikkatimize sunulan hakikati teyit eden “İnsanlar Âdem’in çocuklarıdır; Âdem de topraktandır” beyanı “İsrailiyat”sa eğer[4], vallahi bu İsrailiyat Kur’an’a, senin ifrazatından daha uygun.
Not: İslamoğlu ve hempasının dillerine pelesenk ettiği şu “ensest” meselesine de en kısa zamanda değineceğim inşaallah.
Ebubekir Sifil
12 Şubat 2016



Mustafa İslamoğlu: "Hz. Adem'in babası vardır"

Mustafa İslamoğlu'ndan ilginç bir iddia daha.


Yapmış olduğu farklı açıklamalarla sürekli gündemden düşmeyen ve tepkileri üzerine toplayan Mustafa İslamoğlu'ndan yeni bir iddia daha.

İslamoğlu sahibi olduğu Hilal Tv'de Hz. Adem'in babasının olduğunu ileri sürdü.
AKABE Vakfı’nın kurucusu ve İlahiyatçı Mustafa İslamoğlu Hilal Tv'de yayınlanan Vahyin Penceresin'de Hz. Adem hakkında şu ifadelere yer verdi.
Mustafa İslamoğlu Hz. Adem'in babasının olduğu ileri sürerek İnsan Suresi 2. ayeti delil sundu. (Hiç şüphesiz biz insanı, karmaşık olan bir damla sudan yarattık. Onu denemekteyiz. Bundan dolayı onu işiten ve gören yaptık.) İnsan Suresi 2
Mustafa İslamoğlu Hz. Adem'in insan olduğunu bu yüzden doğal olarak aynı normal insanlar gibi bir rahimden doğduğunu ifade etti.
Akıl karıştıcı bu iddialar sonrasıİslamoğluna şu soruları sormak gerekmez mi?
Madem Hz. Adem bir babadan meydana gelmişse Hz. Adem'in babası olduğu gibi bir annesinin de olması gerekmez miydi?
Mustafa İslamoğluna göre her insan bir babadan türüyorsa Hz.İsa'nın da bir babasını olması gerekmez miydi?
Allah Hz. Adem'le alakalı bu tür soruların karşılığını Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor.
"Doğrusu Allah katında İsa'nın (yaratılışındaki) durumu, Âdem'in durumu gibidir; onu topraktan yarattı, sonra ona "ol!" dedi, o da oluverdi."(A'li İmran.59)

(A'li İmran.59) Tefsiri: İsa'nın doğuşu, insanların alışageldiği realitelerle kıyaslandığında gerçektèn ilginçtir. Fakat insanlığın babası Hz. Adem'in yaratılışına kıyas edildiğinde ilginç tarafı kalır mı? -Doğuşu nedeniyle- İsa konusunda tartışma yapan, mücadele eden ve babasız olarak yaratıldığındàn dolay O'nun etrafında kuruntu ve masallardan ağlar örmeye çalışan ehli kitap... Evet aynı ehli kitap, Adem'in topraktan yaratıldığını Allah'ın ruhundan soluk üflenmekle O'na bu insani organizmanın kazandırıldığını kabul ediyor... İsa'nın etrafında ördükleri masalları hikayeleri Adem in etrafında örmeye çalışmıyorlar! Adem için; O'nun Lahuti bir tabiatı vardır" demiyorlar! Halbuki Adem'in kendisinden insan olarak yaratıldığı unsur, İsa nın babasız olarak doğmasına neden olan unsurun aynısıdır: Her ikisinde de temel faktör ilahi nefhadır! Ve bu İlâhî nefha da "ol!" sözünden başka bir şey değildir. Yaratılmak istenen herşey onunla yaratılır: "O da oluverir".
Böylece bu gerçeğin... Hz. İsa gerçeğinin... Hz. Adem gerçèğinin... Bütünü ile yaratma gerçeğinin yalınlığı ortaya çıkar. Kolayca ve net bir biçimde insanın gönlüne iner. Öyleki insan onà hayret eder: Allah'ın büyük yasasına, yaratma ve geliştirme yasasına birden uygun düşen bu olay etrafında nasıl tartışma körüklenebilir?

A'raf 189- "O ki, sizi bir tek kişiden türetti, o tek kişinin beraberliğinde huzura ereceği eşini de kendi özünden yarattı, eşini kucaklayıp sarınca, hafif bir yük yüklendi, Onu bir süre taşıdı, sonra yükü ağırlaşınca, eşler birlikte "Eğer bize sağlıklı bir çocuk verirsen, kesinlikle sana şükredenlerden oluruz" diye Allah'a dua ettiler. "


A'raf 189 Tefsiri: Tefsirlerde yer alan birtakım rivayetlerde deniyor ki; bu kıssa gerçek bir olaydır ve Hz. Adem ile Havva'nın başından geçmiştir... Çünkü onların çocukları hep sakat olarak doğuyordu. Bunun üzerine şeytan onlara gelmiş, Havva'yı aldatmış ve karnındaki çocuğuna "Abdulhâris" adını vermesini söylemişti... Haris ise şeytanın bu dediklerini yaptığı gibi Hz. Adem'i de birlikte kandırmıştı! Bu rivayetin yahudi mitolojisinden kaynaklandığı açıktır. Çünkü yahudi mitolojisine dayalı dinlerini, tahrif etmiş bulunan hristiyan düşüncesine göre sapıklığın bütün günahı Havva'nın boynundadır. Bu anlayış pek tabii olarak sağlıklı islâm düşüncesine tamamen aykırıdır.
Hani Rabbin, Meleklere: "Muhakkak ben, yeryüzünde bir halife var edeceğim" demişti. Onlar da: "Biz seni şükrünle yüceltir ve (sürekli) takdis ederken, orada bozgunculuk çıkaracak ve kanlar akıtacak birini mi var edeceksin?" dediler. (Allah:) "Şüphesiz sizin bilmediğinizi ben bilirim" dedi. Bakara 30
‘Allah, sizi (babanız adem'i) yerden (bitki bitirir gibi) bitirdi (yarattı.)' Nuh (17)
"Ey Peygamber! Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım.""(Hirc.28)
"İşte bunlar, Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerden, ÂDEMİN SOYUNDAN ve gemide Nuh ile beraber taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail'in soyundan, hidayete erdirdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdir. Kendilerine Rahmân (olan Allah)ın âyetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı."(Meryem.58)
Sizi bir tek nefisten, candan [Âdem aleyhis selamdan], ondan da eşini [Havva validemizi] yaratan Allah’tır.) [Araf 189, Zümer 6]
İnsanlar bir kişiden, Hazret-i Âdem’den yaratılmıştır. (Nisa 1, Enam 98)
İlk insan topraktan, nesli nutfeden yaratıldı. (Fatır 11, Hac 5, Kehf 37, Mümin 67)  
"Allah sizi (Hz. Âdem'i) bir topraktan, sonra bir meniden (Hz. Âdem'in neslini) yarattı." (Fatır, 35/11).
"Andolsun biz insanı çamurdan (süzülmüş) bir hülasadan yarattık. Sonra onu (Hz. Âdem'in nesli olan) insanı sarp ve metin bir karargahta (rahimde) bir nutfe (zigot) yaptık. Sonra o nutfeyi alaka (yapışan şey) hâline getirdik, derken o alakayı mudga (bir çiğnem et) yaptık, o bir çiğnem eti kemik(lere) çevirdik (ve) o kemiklere de et (kaslar) giydirdik. Sonra onu başka yaratılışla inşa ettik (can verdik, konuşma verdik)..." (Mü'minun, 23/12-14).
Hadis-i şeriflerde de buyuruldu ki:

(Allahü teâlâ,Âdem aleyhisselamı yeryüzünün her tarafından alınan topraklardan yarattı. Bu sebeple neslinden, siyah, beyaz, esmer, kırmızı renkte olanlar olduğu gibi, bu renkler arasında bulunanlar da oldu. Kimi yumuşak, kimi sert, kimi de temiz oldu.) [Ebu Davud]  
(Allahü teâlâ, Âdem aleyhisselamı yarattıktan sonra, “Git şu meleklere selam ver. İşte senin ve neslinin selamlaşması böyle olacaktır” buyurdu.) [Buhari]
(Allahü teâlâ, Cehennemdeki azabı en hafif olana "Dünyadaki her şey senin olsaydı, Cehennemden kurtulmak için onları feda eder miydin?" buyurur. O da "Evet" der. "Sen Âdem’in sulbünde iken, çok az şey istedim, şirk etme dedim. Ama sen şirk ettin” buyurur.) [Hâkim]
Ravi : Ebu Hureyre
Hadis : Resulullah (sav) buyurdular ki: "İnsanlar, ya cehennem kömüründen başka bir şey olmayan ölmüş ecdadlarıyla övünmekten vazgeçerler, yahut da Allah katında, burnuyla pislik yuvarlayan mayıs böceğinden daha adi bir dereceye düşerler. Allah Teala hazretleri sizlerden cahiliye kibrini temizledi. Artık o, muttaki bir mü`min yahut bedbaht bir facirdir. İnsanların hepsi Hz. adem`in evlatlarıdır. adem ise topraktan yaratılmıştır."
HadisNo : 5223

Mustafa İslamoğlu Kur’an ile nasıl aldatıyor – Adem’in babası çelişkisi

 Sizlere yazıyoruz, yazıyoruz… Sadece Kur’an, Kur’an bize yeter, Kur’an’a bakarak herkes istediğini anlar ve yorumlar deyip hadis ve sünnet inkarcılığı yapanların asıl amacının Müslümanları İslam’dan uzaklaştırıp dalalet yollarının içine çekmek istediğini bas bas bağırıyoruz.
  İşte size çok açık bir misal.
  Mustafa İslamoğlu önce “Adem’in babası da anası da yok” diyor, daha sonra“Adem’in babası da var” diyor.
  Açık bir şekilde çelişiyor. Fakat burada önemli olan husus, her iki söyleminde de“Kur’an böyle söylüyor” diyor.
  Buna “Kur’an ile aldatmak” mı diyelim, “Kur’an ile dalga geçmek” mi?
  İki söylemini de “Kur’an böyle diyor” diye destekliyor. O halde söylemlerinin birisinde Kur’an’a iftira ediyor değil mi? Yani biri doğru ise diğeri yanlış.
  Peki, her halükarda Kur’an’a iftira eden biri dinlenir mi? takip edilir mi? peşinden gidilir mi? Hiç mi aklınızı kullanmazsınız?
İŞTE O VİDEO

ÇAĞRI YAPIYORUZ
  Bu şahsı takip eden kardeşler! Bakınız, sizi yıllardır Kur’an’a çağırdılar fakat aslında Kur’an’dan kendi çelişkili anladıklarına çağırdılar. Kur’an bu adama değil Peygamberimize vahyoldu ve O’nun bize açıklaması istendi. Peygamberimize itaat etmekle, isyan etmemekle emrolunduk. O’nun haram kıldığını haram saymak, verdiği hükme razı olmakla emrolunduk. Peygamberiizi saf dışı bırakarak Kur’an’ı kendi heva ve heveslerine göre yorumlayan bu gibi insanlar her zaman çelişkiye düşecekler, sizi de düşüreceklerdir. Kur’an’a atılan iftiraya bilerek veya bilmeyerek rıza göstereceksiniz. Ve ahiretiniz mahvolacak.
  Akıl işte böyle durumlarda hak ile batılı ayırt etmeye yarar. Biz size tebliğ ediyoruz ki, gittiğiniz yol yanlıştır. Resulüllah’ın olmadığı, hadis ve sünnetin inkar edildiği hiçbir yol sizi Kur’an’a çıkartmaz.
  Gelin, bu yanlıştan vazgeçin…
www.ihvanlar.net

4 Temmuz 2016 Pazartesi

atatürk Büstlerine Harcanan Parayla Bakın Neler Yapılır!





Kişi başına kaç Atatürk heykeli düşüyor?

“O olmasaydı” derdi Başöğretmenim, “hepimiz İngiltere’nin kölesi olacaktık!” “O olmasaydı, İngilizler ezanı kaldıracak, Kur’an eğitimini yasaklayacaktı!” “O olmasaydı, camiler kiliseye çevrilecekti.” “O olmasaydı, zulüm altında inim inim inleyecektik!” Soramazdık: Ey Başöğretmenim, 1950’ye kadar millet zulüm altında inlemedi mi?.. Ezan-ı Muhammedî ve din eğitimi 1950’ye kadar yasaklanmadı mı?.. Camilere sıralar konması, oturularak “tapınılması”, musiki aleti çalınması teklifi “Dinde Reform Layihası” adı altında teklif edilmedi mi?.. Başöğretmenim bu tür sorular sorulmasından hiç ama hiç hazzetmezdi. Ne tesadüf: Kemalistler de bu tür sorulardan hiç hoşlanmıyorlar! Dünkü soruya gelelim: Tarih boyunca acaba heykellere toplam kaç lira harcandı?

Kendi sağlığında diktirdiği heykelleriyle ölümünden sonra (özellikle darbeden darbeye) devletin, belediyelerin ve özel kurumların diktirdiği heykellerine toplam kaç lira harcandığı konusunda bir araştırma yapılırsa, sanırım çok ilginç rakamlara ulaşılabilir.

Sıhhat derecesini bilmiyorum, ama bir internet sitesinde, her 800 kişiye bir Atatürk heykeli düştüğünü okudum.

PEPUG.com’un haberine göre ise (21 Eylül 2014 Pazar) Türkiye, dünya sıralamasında büst sahibi ülkeler arasında birinci sırada yer alıyor.

“Türkiye’de 67 bin okul, 1.220 hastane, 6.500 sağlık ocağı, 100 cemevi olduğu düşünüldüğünde, sadece küçük büst sayısı oldukça fazla. Bunlara meydanlardaki, özel kurumlardaki büst ve heykeller dâhil değil elbette. Her bir büstün maliyetinin 5000 TL. olduğu gerçeği ise ülke ekonomisinin neden bu halde olduğunu açıklıyor. Araştırmacıların ve anket şirketlerinin verilerinin sonucu ise korkunç…”

Site, heykel ve büstlere harcanan miktarla neler yapılabileceğini de hesaplamış.

5 havaalanı; 2.000 km. asfalt yol; 3 adet yolcu uçağı; 450 tam teşekküllü hastane; 200 fabrika; 20 üniversite; 500 okul yapılabilirmiş!

Bir haber de 12.09.2009 tarihli Vatan gazetesinden: “İzmir Buca’da 42 metrelik boyuyla Türkiye’nin en büyük dünyanın ise 10’uncu büyük rölyef projesi 3 yılda tamamlandı”…

“… açılışı ertelenen Atatürk maskı dün CHP İzmir Milletvekili Ahmet Ersin ve Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun da katıldığı törenle açıldı. 4. 2 milyon TL’lik fiyatıyla bazı tartışmalar yaratan, eski Başkan Cemil Şeboy ve proje ekibinin yargılanmasına yol açan maskın açılışı, 10’uncu Yıl Marşı eşliğinde yapıldı. Açılışta konuşan CHP’li yeni Başkan, ‘Ben olsam yaptırmazdım, 4 milyon TL’yi okul, yurt yapımına harcardım” dedi (“Vay irticacı vaaay!..” diyelim mi? Ama diyemeyiz: Çünkü CHP’li)…

“Tören öncesi ve sırasında lazer gösterileri geceye renk katarken 8 dakika boyunca havai fişek gösterisi yapıldı. Mask, 42 metrelik boyuyla Brezilya Rio de Janeiro’da bulunan 38 metre yüksekliğindeki Hz. İsa heykelinden de yüksek…

“Buca Çaldıran Mahallesi’nde çevre yolu güzergâhına bakan kayalıklarda 3 yıl önce yapım çalışmalarına başlanan mask için önce bölgede zemin etüdü ile statik çelik projeleri yapıldı. İnşaatında 450 tondan fazla çelik taşıyıcı kullanılan mask, 3 kat püskürtme beton atılarak tamamlandı. Heykeltraş Harun Atalayman’ın yaptığı mask çalışmalarında, başta Dokuz Eylül Üniversitesi olmak üzere 25 farklı üniversitelerden danışmanlık hizmeti alındı.”

Kaça mal olursa olsun, onu seyretmek Başöğretmenimin çok hoşuna giderdi herhalde.

http://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/yavuz-bahadiroglu/kisi-basina-kac-ataturk-heykeli-dusuyor-9655.html






Bugün Ak Saray'a harcanan parayla kafayı bozanlar! 750 bin metrekarelik bir alanı kaplayan Mustafa Kamal'ın yattığı Anıtkabir'e 2. dünya savaşı ve soğuk savaş yıllarında millet açlıktan kırıkken, vatandaş çarıkla gezerken 40 milyon türk lirası harcanmasına, hiç muhalefet oldunuz mu?

Türkiye de her 1000 m2 ye bir Mustafa Kamal büstü düşer. Madem bu ülkenin parasının harcanmasına razı değilsiniz bunların maliyetini hiç sorguladınız mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Anıtkabir için hazırlıklara 1941’de başlandığını, yapının ancak 1953’te tamamlanabildiğini söyledi. Erdoğan, "Cumhurbaşkanlığı Sarayı ise projeyle birlikte iki yılı bile bulmadı. Meclis ve Anıtkabir projeleri inşa edildikleri dönemde ülkemizin bütçesini sarsmıştır. Oysa bugün Türkiye bunun gibi onlarca, yüzlerce projeyi aynı anda bitirip, inşa edip halkın hizmetine ulaşacak seviyededir" diye konuştu.

PARAYI HARCAYAN BİZİZ

Böyle anlattıkları gibi falan de değil yani. Dün baktım bir tanesi ana muhalefetten diyor ki, 5-6 milyar dolara mal oldu diyor. Yahu parayı harcayan biziz. Nereden çıkarıyorlar böyle rakamlar anlamak mümkün değil. herhalde İngiltere’deki sarayın restorasyonu yapılacak, 5 milyar dolara mal olacakmış. Belki ortaya takıntı yapmış olabilir. Ama bunu bilmesi lazım. Her şeyi bunların kayıttadır. Biz burayı proje hariç 18 ayda bitirdik.

Anıtkabir 1944 bütçesinin 20'de biri. (1/20) Cumhurbaşkanlığı sarayı 2013 bütçesinin 310'da biri. (1/310) Yani Anıtkabir Cumhurbaşkanlığı sarayından 15,5 kat daha pahalı.






Anıtkabir Mason Tapınağının ürünü-mü?

Atatürk için yaptırılan Anıtkabir’e model olarak ABD-Washington’daki Mason tapınağı neden örnek alındı?

Atatürk’ün cenaze namazına katılımı gösteren bir kare fotoğraf veya filmin olmaması nasıl açıklanabilir?

Anıtkabir’de Mısır firavunlar tapınaklarında görülen kabartma rölyef anlayışı neden yerleştirildi?

Anıtkabir’deki Arslanlı yol heykelleri masonlardaki “Lions” felsefesinin ürünü değil midir? Anıtkabir yapılmadan önce rasat istasyonu bulunması dolayısıyla Anıttepe’nin ismi Rasattepe idi. 906 rakımlı bu tepede, MÖ. 12. yüzyılda Anadolu’da devlet kuran Frig uygarlığına ait tümülüsler (mezar yapıları) bulunmaktaydı. Anıtkabir’in Rasattepe’de yapılmasına karar verildikten sonra bu tümülüslerin kaldırılması için arkeolojik kazılar yapıldı. Bu tümülüslerden çıkarılan eserler, Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde sergilenmektedir.Proje ve İnşaat Anıtkabir’in yerinin seçilmesi için görevlendirilen komisyon 1 Mart 1941 tarihinde uluslararası bir yarışma açtı. Yarışmaya, Türkiye, Almanya, İtalya, Avusturya, İsviçre, Fransa ve Çekoslovakya’dan toplam 47 proje katıldı. Bu projelerden 3 tanesi komisyon tarafından ödüle layık görüldü. Milli konuyu daha başarılı ifade etmesi ve projenin araziye uygunluğu nedeniyle, Prof. Dr. Emin Onat ve Doç. Dr. Ahmet Orhan Arda‘nın projesinin uygulanmasına karar verildi. Emin Onat Anıtkabir projesinin belirlenmesinden sonra, ilk aşamada kamulaştırılma çalışmaları yapıldı ve 9 Ekim 1944 tarihinde yapıma başlandı. Anıtkabir’in inşası 9 yıllık bir sürede 4 aşamalı olarak 1953 yılında tamamlandı. Birinci Kısım İnşaat: 1944-1945Toprak seviyesi ve aslanlı yolun istinat duvarının yapılmasını kapsayan birinci kısım inşaata 9 Ekim 1944 tarihinde başlanmış ve inşaat 1945 yılında tamamlanmıştır. İkinci Kısım İnşaat: 1945-1950Mozole ve tören meydanını çevreleyen yardımcı binaların yapılmasını kapsayan ikinci kısım inşaat 29 Eylül 1945 tarihinde başlamış, 8 Ağustos 1950 tarihinde tamamlanmıştır. Bu aşamada inşaatın kâgir ve betonarme yapı sistemine göre, temel basıncının azaltılması göz önünde tutularak, anıt kütlesinin ‘temel projesinin’ hazırlanması kararlaştırılmıştır. 1947 yılı sonuna kadar mozolenin temel kazısı ve izolasyonu tamamlanmış ve her türlü çöküntüleri engelleyecek olan 11 metre yüksekliğinde betonarme temel sisteminin demir montajı bitirilme aşamasına gelmiştir. Giriş kuleleri ile yol düzeninin önemli bir kısmı, fidanlık tesisi, ağaçlandırma çalışmaları ve arazinin sulama sisteminin büyük bir bölümü tamamlanmıştır. Üçüncü Kısım İnşaat: 1950Anıtkabir üçüncü kısım inşaatı, anıta çıkan yollar, aslanlı yol, tören meydanı ve mozole üst döşemesinin taş kaplaması, merdiven basamaklarının yapılması, lâhit taşının yerine konması ve tesisat işlerinden oluşmuştur.Dördüncü Kısım İnşaat: 1950-1953 Anıtkabir’in 4. kısım inşaatı ise şeref holü döşemesi, tonozlar alt döşemeleri ve şeref holü çevresi taş profilleri ile saçak süslemelerinin yapılmasını kapsıyordu. Dördüncü kısım inşaat 20 Kasım 1950 tarihinde başlamış ve 1 Eylül 1953 tarihinde bitirilmiştir.10 Kasım1953 tarihinde, Atatürk’ün naaşı 1938 yılından beri, 15 yıl süre ile muhafaza edildiği geçici kabri olan Ankara Etnografya Müzesi’nden alınarak büyük bir tören ile Anıtkabir’e defnedildi. Mimari Özellikleri: Anıtkabir Projesi’nde mozolenin kolonat üstünde yükselen tonoz bir bölüm bulunmaktaydı. 4 Aralık 1951 tarihinde hükümet, projenin mimarlarına Şeref Holü’nün 28 metrelik yüksekliğinin azaltılması ile yapının daha çabuk bitirilmesinin mümkün olup olmadığını sordu. Mimarlar yaptıkları çalışmalar sonucu Şeref Holü’nü taş bir tonoz yerine, betonarme bir tavan ile örtmenin mümkün olduğunu bildirdiler. Böylece tonoz yapının zemine vereceği ağırlık ve bunun doğuracağı teknik sıkıntılar da ortadan kalkıyordu. Anıtkabir’in yapımında, beton üzerine dış kaplama malzemesi olarak kolay işlenebilen gözenekli, çeşitli renklerde traverten, mozole içi kaplamalarında ise mermer kullanılmıştır. Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi’nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy’den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar’dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır.Heykel grupları, aslan heykelleri ve mozole kolonlarında kullanılan beyaz travertenler Kayseri Pınarbaşı ilçesi’nden, kulenin iç duvarlarında kullanılan beyaz travertenler ise Polatlı ve Malıköy’den getirilmiştir. Kayseri Boğazköprü mevkiinden getirilen siyah ve kırmızı travertenler tören meydanı ve kulelerin zemin döşemelerinde, Çankırı Eskipazar’dan getirilen sarı travertenler zafer kabartmaları, şeref holü dış, duvarları ve tören meydanını çevreleyen kolonların yapımında kullanılmıştır. Şeref holünün zemininde kullanılan krem, kırmızı ve siyah mermerler Çanakkale, Hatay ve Adana’dan, şeref holü iç yan duvarlarında kullanılan kaplan postu Afyon’dan, yeşil renk mermer Bilecik’ten getirilmiştir. 40 ton ağırlığındaki yekpare lâhit taşı Osmaniye’den, lahitin yan duvarlarını kaplayan beyaz mermer ise Afyon’dan getirilmiştir. Anıtkabir’in genel mimarisi Türk mimarlığında 1940-1950 yılları arasındaki “II. Ulusal Mimarlık Dönemi” olarak adlandırılan dönemin özelliklerini yansıtır. Bu dönemde daha çok anıtsal yönü ağır basan, simetriye önem veren, kesme taş malzemenin kullanıldığı binalar yapılmıştır, Anıtkabir de bu özelliklere uymaktadır. İlk projede mozole iki katlı olara tasarlanmış, ancak ekonomik nedenlerle ikinci katın yapımından vazgeçilmiştir. Bu dönem özellikleri ile birlikte Anıtkabir’de Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerine ve süsleme öğelerine sıkça rastlanır, örneğin dış cephelerde, duvarların çatı ile birleştiği yerde kuleleri dört yandan saran Selçuklu taş işçiliğinde testere dişi olarak adlandırılan bordür bulunmaktadır. Ayrıca Anıtkabir’in bazı yerlerinde (Mehmetçik Kulesi, Müze Müdürlüğü) kullanılan çarkıfelek ve rozet denilen taş süslemeler Selçuklu ve Osmanlı sanatında da göze çarpmaktadır.” BUNDAN SONRASI Anıtkabir ile ilgili Wikipedia Ansiklopedisinde yer alan bilgiler böyle olsa da Anıtkabir’in görüntüsüne dikkatle bakanlar, farklılıkları, yapılış amaçlarını kısa sürede görebilirler. Atatürk’ün ölümünü 10 Kasım 1930’i izleyen günlerde örneğin 11 Kasım 1938 günü henüz cenazesi Dolmabahçe Sarayı salonundaki katafalkta iken “darbe sonucu” İsmet İnönü cumhurbaşkanı seçildi. 18 kasım 1938 günü giz bir el’in talimatı ile Dolmabahce Sarayındaki Atatürk heykelinin vidaları söküldü, yerinden alındı ve heykel bir hurdacının deposunda parçalandı. 19 kasım günü cenaze namazının kılınması olayı perde arkasında yaşanan sert tartışmalardan sonra yerine getirildi. Cenaze yerinden alındı, bir odaya götürüldü. Kapılar kapatıldı. Şemsettin Günaltay tarafından Türkçe dualar okunarak kılınmış oldu. Gizli bir el “Cenaze namazının fotoğrafının fotoğrafının ve filminin çekilmesine” yasak koymuştu. Namazı kılanların kimler olduğunun bilinmesi istenmiyordu. En azından cenaze namazında Cumhurbaşkanı İnönü ve Başbakan Celal Bayar yoktu. Aslında Atatürk’ün cenaze namazının kılınması istenmiyordu. Gerekçesi ise hazırdı: Atatürk’ü laiklik anlayışı gereği dini törenin yapılmasını istemeyenler hükümette görev yapıyordu. Cenaze namazı, İstanbul’daki camilerden birisinde neden kılınmamıştı? Çünkü bırakınız camide namaz kılınmasını, 1935 yılında çıkarılan Vakıflar yasası çerçevesinde Anadolu’nun her yerinde camiler satılıyor, yıkılıyor yok ediliyordu. En basit uygulamayla Türklerin 1000 yılı aşkın İslam inancı gereği tabutun üzerine ya Türk bayrağı örtülür veya kurandan alınma ölümle ilgili “Külli nefsin zaikatül mevt” (Her nefis ölümü tadacaktır ve devamında da toprak olacaktır) sözleri yazan ayet metni bulunurdu. Daha açık konuşmak gerekirse Atatürk öldüğünde Celal Bayar ve daha İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde Başbakanlar ve Hükümet üyelerinin büyük kısmı mason locasına kayıtlı idi. Ünlü Dr. Refik Saydam (Başbakanlık da yaptı), Milli Eğitim Bakanı Hasan ali Yücel gibi. Anıtkabir için örnek alınan mimari yapı Bodrum’daki eski Yunanlılar zamanında inşa edilen kral MOUSELES’in mezarı idi, ki kısaca “Mozole” olarak da isimlendiriliyordu. (Cezmi Yurtsever, Şifre Kitabı)

http://www.yalanyazantarihutansin.org/kitaplardan-alintilar/anitkabir-mason-tapinaginin-urunumu-h6442.html