10 Ekim 2018 Çarşamba

Ömer Bin Abdülaziz Yönetimde ve Takvada Örnek Halife






Babası, Mısır’a vali tayin edildiği zaman o, ilme karşı duyduğu derin ilgiden dolayı babası ile Mısır’a gitmek istememiş ve şöyle demiştir: “Beni Medine’ye gönder. Oradaki fakîhlerden ders alırım. Onların ilim ve faziletlerinden istifade ederim” (İbn Kesîr, el-Bidaye ve’n-Nihaye, Beyrut 1966, IX,192-193). Bunun üzerine babası onu Medine’ye göndermişti.


Hicaz valisi sıfatıyla Medine’ye ulaşır ulaşmaz, Medine’nin büyük âlimlerinden on kişiyi seçerek kendisine bir istişare heyeti oluşturdu. Bu âlimlere şöyle hitap ediyordu: “Sizinle danışmadan ve İslamî hükmünü iyice ortaya çıkarmadan herhangi bir iş görmek istemem. Ayrıca memurlarımdan birinin zulüm ve haksızlığını görür veya işitirseniz mutlaka bana bildirmelisiniz”


Medine’de vali olarak bulunması, buradaki seçkin âlimlerden istifade etmeye devam etmesini sağladı. O, Tabiinden âlimlerle sürekli görüşüp ilim tahsiline devam ederken, Sahabilerden hayatta olanlardan da Resulullah (salat ve selam olsun) hakkında bilgiler almayı ve hadis dinlemeyi ihmal etmiyordu.


Halîfe Ömer bin Abdülazîz¸ emîrlerin kendisine biatinden sonra şunları söylemişti: “Ey İnsanlar! Ancak şu beş şartla kapıma yanaşınız: 1- Derdini anlatamayan âciz ve zayıfların ihtiyaçlarını iletmek. 2- Göremediğimiz zaman bize adaleti göstermek. 3- Bize ve insanlara ait emanetin gereğini hatırlatmak. 4- Hakkı yerine getirmekte bize yardımcı olmak. 5- Yanımızda hiç kimsenin koğuculuğunu yapmamak.”


Halîfe olduktan sonra getirilen süslü alay atlarına binmedi ve hilafet sarayına değil: “Benim kıl çadırım bana yeter!” diyerek evine gitti. Hanımını yanına çağırdı: “Eğer benimle yaşamak istiyorsan, ziynet ve mücevherlerini “beytülmal”e bırak. Zîra onlar, senin yanında iken, ben seninle olamam…” dedi. Hanımı da onun bu arzusunu yerine getirdi. Bütün ziynetlerini beytülmale hediye etti. Kendisinin 50.000 altınını fukara ve gurabaya dağıttı. Hizmetkarlarını serbest bırakarak tebasının en mütevazî yaşayan bir ferdi gibi yaşayarak, ümmete tevazu ve fazîlet örneği oldu.


Ömer, babası Abdülaziz’den ve kayın babası ve amcası Abdülmelik’den kendisine intikal eden bütün malları beytülmale iade etti. O, bu malların Emevîler tarafından haksız olarak el konmuş mallar olduğuna inanıyordu.


Ömer b. Abdülaziz’in ekonomik uygulaması sayesinde İslâm devletinin her yerinde refah seviyesi yükselmiş, daha önce yoksulluk içinde bulunan kalabalık halk kitlesi, normal bir yaşama kavuşarak ihtiyaçlarını rahatça karşılayabilecek bir duruma gelmiştir. O, ticaret yapan kimselerin dışında kalan herkese beytülmaldan maaş bağlamıştı. Uyguladığı âdil siyaset ile fakir zümre ortadan kalkmış, toplanan zekâtların dağıtılması için memurlar zorluk çekmeye başlamıştı. Çünkü zekâta ihtiyacı olan kimse bulunamıyordu


Yahya ibn Sâid’den şöyle bir rivayet nakledilmektedir: “Ben Afrika bölgesinin zekât amili idim. Zekatları topluyor, fakat dağıtacak ihtiyaç sahibi kimse bulamıyordum. Ömer’in uygulaması insanları zengin yapmıştı. Ben bu paralarla köle satın alıp azat ediyordum”


İbn Kesîr, “Ömer b. Abdülaziz çarşı pazarlara memurlar göndererek şöyle bağırmalarını emrederdi: “Ey borçlular! Ey evlenmek isteyen gençler! Ey yetimler! Ey fakir ve muhtaçlar! Neredesiniz, geliniz! Nasibinizi alınız” Ömer böylece bütün bu insanları zengin yapmıştı” demektedir


İbrahim İbn Bekkûr: “Ömer b. Abdülazizi Medine’de gördüm. O, insanlar arasında en güzel giyineni, en güzel kokular sürüneni ve yürüyüşünde en heybetli olanı idi. Halife olduktan sonra da onu gördüm; dünya nimet ve lezzetlerini tepmiş, takva sahibi bir mümin gibi yürüyordu”


Halifeliği döneminde yaptığı bütün işlerde Kıyamet gününü, hep gözünün önüne getirip, kalbinde hissederek, devamlı bir vicdan muhasebesi içindeydi. Halkının haklarını layıkı veçhile yerine getirememekten çok endîşe ederdi. Hulefa-i raşidînin izinden yürüdüğü için kendisine “Beşinci Halîfe” unvanı verildi.


Halîfe olduğu zaman, oldukça iri bir vücuda sahipti. Fakat kısa zamanda eridi Sırtındaki kemik izleri görülür hale geldi.


Ömer b. Abdülazîz hilafet makamına geçtiği gün, zamanın tanınmış, zühd sahibi ve ehl-i hal alimlerini toplayıp: “Halk bu hilafeti her ne kadar nimet gibi kabul etse de, benim için taşınabilmesi güç, çok ağır bir mes’üliyyet olarak görüyorum. Bana aid tavsiyelerinizi rica ederim” dedi. Onlardan bir tanesi şu veciz nasihatte bulundu: “Ey Halîfe! Yarın kıyamet günü kurtulmak istersen, müslümanların yaşlılarını baban, gençlerini kardeşin ve küçüklerini evladın bil! O zaman bütün müslümanlara kendi evindeki ana-baba-kardeş ve evladın gibi muamele etmiş olursun..” dedi.


Halife Ömer saraydaki lüks eşyaları beytülmâle koydurması, köle ve câriyeleri âzat etmesi, halktan biri gibi yaşaması ve hutbelerde sadece halifeler için yapılan duayı halk için okunan umumi duaya çevirmesi gibi uygulamalarıyla Emevîler’in geleneksel saltanat görüntülerine son verdi.


Valilerin ticaretle uğraşmasını ve hediye almasını yasakladı. Halka mazlumun yanında olduğunu, memurlardan şikâyetçi olanların doğrudan kendisine başvurabileceğini bildirdi. Cuma gününü mezâlim mahkemesi duruşmalarına ayırdı. İdam ve el kesme cezalarının kendisinden izin alınmadan uygulanmasını, suçlulara dayak atılmasını yasakladı. Hapishaneleri ıslah ederek suçluları işledikleri suçlara göre ayrı koğuşlara yerleştirdi.


Ömer bin Abdülaziz, bugünkü devletlerin bile tüm halk için temin etmeye imkanları olmadığı ve hatta böyle bir uygulamayı düşünmedikleri halde o, her aile için barınacağı bir ev, işlerini göreceği bir binek ve kendisine yetecek kadar ev eşyası temin edip bunları halkın vazgeçilmez ihtiyaçları olarak görmekte idi. Hatta evi, bineği ve tüm ihtiyaçlarını karşılayacak ve eşyası olan böyle bir kimsenin borcu olduğu takdirde onun borcunu devlet öderdi. Ömer: "Bunlar her Müslümanın temel ihtiyaçlarıdır. Böyle bir kimsenin borcu varsa onu da ödeyiniz" diye emir veriyordu


İlk İslâm tarihçileriyle bazı şarkiyatçılar, sadece iki buçuk yıl sürmesine rağmen onun döneminde büyük bir maddî kalkınma olduğu konusunda birleşirler. Kendisine karşı sevgi ve güven duyan mükellefler zekâtlarını ve vergilerini ödemede duyarlı davrandıkları için halkın refah seviyesi yükseldi. Ticaretle uğraşanlar dışında herkese yeterli miktarda maaş bağlandı ve böylece ülkede muhtaç kimse kalmadı. Zekâta muhtaç müslümanların sayısının azalması sebebiyle artan zekât ve vergi gelirlerinin bir kısmı esirleri kurtarmak, borçlulara yardım etmek, fakir bekârları evlendirmek için kurulan yardım fonlarına aktarıldı. Fakirler ve yolcular için aşevleri, işlek yollar üzerinde yolcuların bir gün ücretsiz olarak kalabilecekleri konaklar inşa edildi.


Halifeliğinde, yanına bir heyet gelmişti. Heyetten bir genç nutuk söylemeye başladı. Bunun üzerine “Sen dur, yaşlınız konuşsun” diyerek genci uyarmak istedi. Genç: “Ey Emîr-ül-mü’minîn! İş yaşa göre ise, müslümanların içinde senden daha yaşlı olanlar yok mu?” deyince; “Konuş bakalım.” diyerek gence söz verdi. Genç; “Biz senden bir şey isteyen ve senden korkan bir heyet değiliz. Bir şey istemiyoruz. Çünkü lütuf ve ihsânınız o kadar çok ki, bu bize kadar ulaşmıştır. Senden korkmuyoruz. Çünkü adâletin bizi korkmaktan emîn kılmıştır” dedi. “Siz kimsiniz?” deyince, “Teşekkür heyetiyiz. Teşekkür edip geri dönmek için geldik” dedi.


Bir Cuma namazını kıldırdıktan sonra, insanların arasında oturdu. Sırtındaki elbisenin iki tarafı da yamalı idi. Birisi kendisine dedi ki: “Ey mü’minlerin emîri! İmkânlarınız var. Daha kıymetli elbise giyseniz olmaz mı?” dedi. Ömer ( radıyallahü anh ) bir müddet düşündü ve başını kaldırıp, “Varlıklı halde iken iktisad etmek ve hakkını almaya gücü yettiği halde affetmek, hakkını helâl etmek çok makbûl ve çok faziletlidir” buyurdu.


Birgün etrâfındakiler Ömer bin Abdülazîz’e: “İnsanların en ahmak olanı kimdir?” diye sorunca, “Ahiretini dünyâ için satan, ahmaktır, âhiretini başkasının dünyâsı için satan ise daha ahmaktır” buyurdu.


İnsanlara olduğu gibi hayvanlara da merhametliydi. Bir katırı vardı. Bunu pazarda çalıştırır, gelen parayla da ihtiyâçlarını temin ederdi. Katır çalıştıran işçisi, bir gün normalden fazla para getirince “Neden böyle fazla para geldi?” dedi. “Pazar kalabalık ve bereketliydi” cevâbına karşılık; “Hayır, böyle değil. Sen katırı çok çalıştırıp, yordun. Katırı, üç gün dinlendir” emrini verdi.


Enes bin Mâlik hazretleri onun hakkında: “İmâmlık yapmakta Resûlullah efendimize, Ömer bin Abdülazîz’den daha çok benzeyen kimse görmedim.” buyurdu.


Mus’ab b. A’yun anlatır: “Ömer b. Abdülaziz halife iken Kırman’da koyun güderdim. Koyunlar ile kurtlar birlikte dolaşırdı. Bir gece ansızın kurtlar koyunlara saldırdı. İçimden: “Şu adil halîfe ölmüş olmalı’” dedim. Araştırdım. Ömer b. Abdülaziz’in o gece vefat ettiğini öğrendim


Ömer: Büyük hukukçu Salim’us-Sûddî’ye: “Hilafetim, seni sevindirdi mi, üzdü mü?” Sûddî: “İnsanların hesabına sevindim; ama senin payına da üzüldüm.” Ömer: “Nefsimin helakınden korkuyorum.” Sûddî: “Korkuyorsan çok iyi… Çünkü ben de korkmamandan endişeliydim.” Ömer: “Bana bir öğüt ver!” Sûddî: “Şunu unutma: Babamız Adem, bir tek günah için cennetten çıkarıldı” dedi.


Ömer çok dindar ve lüks yaşamadan hiç hoşlanmayan bir halife olarak ün aldı. Sarayını Süleyman’ın ailesine bırakıp, mütevazi bir evde yaşamaya başladı. Giysileri o kadar basit keten ve pamuktandı ve o kadar süsten noksandı ki görenler kendini bir uşak sayabilirlerdi. Karısını haremde ziyarete gelen bir misafir kadının halife karısının yakınında bahçenin duvarını tamir eden yamalı elbiseli ve uşak kılıklı bir erkeğin bulunmasına sinirlenip halife karısını “Sen Allahtan utanmıyor musun? Nasıl olup da bu amele yanında örtünmeden durabiliyorsun?” diye azarlamış olduğunun; ama bu amele gibi çalışan kişinin Halifenin kendisi olduğunu öğrenince çok utandığının hikâyesini tarihler yazmıştır.


Halife Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahü anh ) her gün âlimleri çağırır, onlarla ölüm ve kıyâmet hâllerinden konuşurlardı. Konuşmalar onlara o kadar te’sîr ederdi ki, sanki içlerinden biri vefât etmiş gibi ağlarlardı.


Ömer bin Abdülazîz hazretleri Allahü teâlânın emir ve yasaklarını yerine getirmede ve halka bildirmede çok dikkatliydi. Ömer bin Abdülazîz’in devrinde halk dahi ibâdet ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: Bu gece ne okudun? Kur’ân-ı kerîmden kaç âyet ezberledin? Bu ay kaç gün oruç tuttun? gibi sözler söylenmeye başlandı.


Büyük evliyâ ve âlimlerden Süfyân-ı Sevrî hazretleri ve İmâm-ı Şafiî buyurdular: “Halîfeler beştir; Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali ve Ömer bin Abdülazîz’dir.”


Mâlik bin Dinar buyurdu: “Dili dönen, zahidim deyip duruyor. Zâhid, Ömer bin Abdülazîz gibi olur ki, dünyâ ayağına geldiği halde onu reddeder.”


Bir gece ona misâfir geldi. O bir şey yazıyordu. Misâfiri de yanında oturuyordu. Lâmbasının yağı azaldı. Sönecek gibi oldu. Misâfir; “Yâ Emir-el-müminîn! Kalkıp lambaya yağ koyayım mı?” deyince; “Misâfirine iş gördürmek, insanın mürüvvetine yakışmaz.” buyurdu. “O halde hizmetçiyi kaldırayım mı?” “O da olmaz; daha akşamın ilk uykusundadır.” Ömer bin Abdülazîz hazretleri kalkıp, lambaya yağ doldurdu. Misâfir bu hâli görünce hayretle: “Ama, bu işi kendin yaptın, neden.” deyince; “Bu işi yapmaya giderken, Ömer’dim. Yaptım, bitirdim; yine Ömer’im. İnsanların Allah katında hayırlısı tevâzu sâhibi olanlarıdır.” buyurdu.


Yakınlarından birisi Ömer b. Abdülaziz'e bir elma hediye göndermişti. O da elmayı biraz kokladıktan sonra sahibine geri gönderdi. Elmayı geri götüren görevliye şöyle dedi: - Ona de ki, elma yerini bulmuştur. Fakat görevli itiraz edecek oldu: - Ey müminlerin başkanı! Rasulullah Aleyhisselâm hediye kabul ederdi. Bu elmayı gönderen de senin yakınlarındandır. Halife cevap verdi: - Evet ama, Resulullaha (salat ve selam olsun) verilen hediye idi. Bize gelince, bize verilen hediyeler rüşvet olur.


Valilerin maaşlarını çok bol verirdi. Sebebini şöyle açıklardı: - Valiler para sıkıntısı çekmezler, bütün ihtiyaçları karşılanırsa, kendilerini halkın işlerine vakfederler.


Zimmilerin (gayrimüslimlerin) Müslüman şehirlerine içki sokmalarını bir genelgeyle yasaklayan Ömer bin Abdülaziz, daha önce yerleşmiş olan bu geleneğin sonunu getirdi. Ömer bin Abdülaziz'in, Kınnesrin yakınlarındaki Hanasır'da bulunan, şarap satılan bir sokağı yıktırdığına, kadehleri de kırdırdığına şahit olunmuştur. Valilerinden birine şöyle yazmıştır: "Kötü ahlak sahibi olan ve fuhuş yapanları hapset. bu işi yapan kadınları ise tekli hücrelere kapat."


Diğer bir uygulamaları da hemen Fırat Nehri üzerindeki Menbic Köprüsü üzerindeki geçiş ücretini kaldırması idi. Halka, yol ve köprü yapmak yönetimin görevi olduğu için böyle bir ücretin alınması meşru görmemişti...


Bir gün hizmetkârı Müzâhim'i de yanına alarak şehri teftişe çıktı. Yolcu kafilelerinin geçtiği uzak yol ayrımlarına kadar gittiler. Kılık kıyafet değiştirdikten sonra yolcuların arasına girerek, gelip geçenlere devlet idaresinden memnuniyet ve şikâyetlerini öğrenmeye çalıştı. Bir yolcuya yaklaşarak sordu: "Yurdundan ayrılırken insanlar ne hâldelerdi?" Adam ona şu karşılığı verdi: "Kısaca mı yoksa detaylıca mı anlatmamı istersin?" "Kısaca anlat." "Yurdumu terk ederken, zalim alçak ve mağlup, mazlum muzaffer ve galip; zengin varlıklı, fakir de destek gören, yardım edilen bir durumdaydı…" Halife Ömer, konuştuğu adam, onun sevinç infialini ve gözlerinden süzülen mutluluk gözyaşlarını görmesin diye hemen oradan uzaklaştı. Hizmetkârı Müzâhim'e dönerek: "Allah'a yemin ederim ki, benim nazarımda, bütün yurdun bu adamın anlattığı gibi olması, güneşin aydınlattığı her şeyden çok daha hoş ve güzeldir."


ÖMER BİN ABDÜLAZİZ’İN HUTBELERİ VE SÖZLERİ


"Allah Teala'nın kitabında ve Rasulullah'ın koyduğu sünnetlerde hiçbir kimsenin görüşü (içtihadı) olamaz. Ümmet'in ictihadı, ancak hakkında ayet nazil olmayan ve Rasulullah'ın sünnetinde geçmeyen konularda olur."Ömer Bin Abdülaziz Darimi. Sünen, c.1 s. 125 no 432


“Allah’tan korkun ve aşırı şakadan kaçının; zîrâ aşırı şaka, kin tutmağa, kin de kötülüklere sebep olur.”


Ömer bin Abdülaziz'e ashap arasında meydana gelen savaşlar sorulduğunda şu cevabı vermiştir: "O akan kanlara Allah elimizi bulaştırmadı. Biz neden dilimizi bulaştıralım."


İlk hutbesinde “Ey Nas! Kuşkusuz Kur’an’dan sonra Kitap, Muhammed’den (salat ve selam olsun) sonra Peygamber yoktur. Bilesiniz ki, ben hakim değil infaz ediciyim. Kanun koyucu değil tâbiyim. Ben sizin hiçbirinizden daha hayırlı değilim; üstelik içinizde yükü en ağır olan kişiyim. Zalim devlet reisinden kaçan adam zalim değildir. Şurasını iyi biliniz ki, Allah’a isyan hususunda kula itaat edilmez.”


Ömer bin Abdülazîz, Şam’da, bir minber üzerinde hutbe okudu. Allahü teâlâya hamd ve senâdan sonra üç şey söyledi. “Ey insanlar! İçinizi, kalblerinizi düzeltirseniz, zâhiriniz, dışınız da iyi olur. Âzâlarınız, gözünüz, kulağınız, elleriniz, ayaklarınız, hayır işler, Allahü teâlânın beğendiği şeylerle meşgûl olur. Âhiretiniz için sâlih ameller işleyiniz. Böylece dünyânızı da korumuş olursunuz. Hazret-i Âdem’den îtibâren, kendisine kadar bütün dedeleri ölüp gitmiş olan kimse de bir gün ölecektir.”


Ömer bin Abdülaziz'in hutbelerinden: "Ey insanlar! Dünya hayatı size çok uzun, kıyamet günü de size çok uzak gelmesin. Eceli gelen kimsenin kıyameti kopmuş demektir. Kötü kişinin çekinmeden ayıbını yüzüne karşı söyleyin, sünnetin hilafına olan bir davranışı da güzel görmeyin. Allah'a isyan edene itaat edilmez... Ben, Allah'tan başka hiçbir yardımcısı olmayan kişinin yardımcısıyım. Size öyle bir yol çizmek istiyorum ki; yaşlılar bunu izleyerek hayatlarını yitirsinler, küçükler, bu yolda büyüsünler, ta ki bundan başka hiçbir hak yol görmesinler. Sizin mal ve eşyanızı hayli bollaştırmak isterim, ancak bu malları sizlere hak yoldan ulaştırayım. Allah'tan başka güç ve kuvvet sahibi kimse yoktur."


Ömer bin Abdülazîz ( radıyallahu anh ) Evzâî’ye yazdığı bir mektûbunda, “Biliniz ki, ölümü çok hatırlayan kimse, az bir dünyalık ile iktifa eder, konuştuğu kelimelerin hesabını vereceğini düşünen kimse çok az konuşur, ancak lüzumlu sözleri söyler” buyurdu.


"Dünyada hoşuna giden şeylerle karşılaşınca ölümü hatırla. Bu davranış nefsinin istek ve arzularını azaltacak, seni dünyaya meyletmekten kurtaracak. Seni kedere, hüzne boğan bela ve musibetlerle karşılaşınca ölümü hatırla. Bu da çektiğin ıstırap ve çileyi hafifletecek, sorunlarını aşmanı sağlayacaktır…”


Ömer bin Abdülaziz’in hutbelerinden: “Ey insanlar! Sizler ölümün hedeflerisiniz. Ölüm, sizden dilediğini seçer. Dün geçti, o sizin hakkınızda şahiddir. Bugün mühim bir emanettir. Onun kıymetini iyi bilip değerlendirmek lazımdır. Yarın ise, içindeki meçhul hadiselerle gelmektedir. Ölümden kaçış nereye olacaktır? Sizler şu dünyada yüklerinizi bineklere yüklemiş yolcular gibisiniz. Yükleriniz başka bir alemde çözülecek. Sizler şu dünyada sizden önce gelenlerin yerine geçtiniz. Fakat siz de yerinizi sizden sonra geleceklerin yerine terk edeceksiniz. Sizin aslınız, yani dünyaya gelmenize vesîle olanlar, hemen hemen hiç kalmadı gibi… Sizler de aynı şekilde göçeceksiniz! Ey cemaat! Kendimde bir üstünlük gördüğüm için size böyle nasîhat ettiğimi zannetmeyin! İçinizde belki benden daha çok rahmet ve mağfirete muhtaç kimse yoktur. Kendim ve sizler için Rabbime sığınıyorum. Allah’ın –celle celâlühû– kitabını, Allah Rusûlü’nün –sallâllâhu aleyhi ve sellem– sünnetini, güzel ahlak ve kalbî duygularını kendinize örnek alınız. Ancak kurtuluş bundadır”.


Ömer Bin Abdülaziz’in valilerinden birine yolladığı mektup; “Cenab-ı Allah bir kavmi bizzat kendisi yahut kullarından bir kimse vasıtasıyla cezalandırmak isterse o kavim içinde kötülükler meydana gelir ve salih kimseler de o kavmi asla ikaz etmezler. O insanlar cezalardan da muaf tutulamazlar, aralarında kötülük işleyenlerin kökü kazınmadıkça.... Haram işleyen o müfsit insanları da, salih insanlar, haramdan alıkoymaya çalışmasalar o zaman gökten yeryüzüne bela ve cezaların indirileceği muhakkaktır. Bu cezalar, masiyet işleyen yöneticiler ve onlara dalkavukluk edenlere daha çok yakındır. Ben, böyle bir ceza ve belanın Allah tarafından indirildiğinde insanlardan bir kısmının helak olduğunu, bir kısmının da kurtuluşa erdiğini kitabın yazdığını biliyorum... Ancak münkerden alıkoyan bir kavim olsalar o zaman Allah onları mutlaka korur. Cenab-ı Allah bizzat kendisi cezalandırmayabilir. Belki günahkarı günahkara, zalimi de zalime musallat ederek onları birbirine kırdırır. Sonra bu yok olan iki kitlenin ikisi de cehennemi boylar. Allah'ım! Bizi zalim yahut zalimlere dalkavukluk yapan yağcılardan eyleme!.. Bana ulaşan haberlerden içinizde kötülüklerin hızla arttığını, şehirlerinizde fasıkların çoğaldığını öğrenmiş bulunuyorum. Allah'ın sevmediği işleri ve kötülükleri işlemekten ve haramlara düşen kimselere yağcılık yapmaktan kaçınınız. Allah'a yakın olmayı arzu eden ve Allah'tan korkan kimseler arasında bu kötülükler asla yayılmaz. Onlar fâcir insanlardan uzak, aziz ve şerefli kimselerdir. Sizden evvel gelip geçenler böyle değildi... Onlar ancak "Kafirlere karşı şiddetli, kendi aralarında merhametlidirler...” el-Fetih, 48/29 "Mü'minlere karşı alçak gönüllü, kafirlere karşı onurlu ve zorlu... Allah yolunda savaşırlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. " el-Maide, 5/54”


Hasta yatağında iken yakınları: “Senden sonra evlatlarına, ailene beytülmalden bir şeyler vasiyet et’” dediklerinde o: “Çocuklarım ya salih veya şerli kimseler olacaktır. Salih olurlarsa onların böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. Şayet şerli olacaklarsa, benim onlara bırakacak birşeyim yoktur. Her iki halde de buna lüzum kalmamaktadır.” dedi.


Ömer Bin Abdülaziz’in cephe komutanına yolladığı mektup: Bizler, düşmanlarımızın günahlarından dolayı onlara galip geliyoruz. Öyle olmasaydı onları yenecek gücümüz olmazdı, zira sayıları bizlerden daha çok, silahları silahlarımızdan daha güçlüdür. Kuvvetimizle ve hakkımızla onlara galip gelemeyiz. Onun için düşmanlarınızdan çok günahlarınızdan sakının.


“Hasta bir dostunuza ilaçla tedavi etme imkanı olduğu müddetçe asla cerrahi bir yolla tedaviye başvurmayın”


Ömer Bin Abdülaziz’in valilerinden birine yolladığı mektup: Yol üzerinde hanlar inşa ettir. Ümmetten gelip geçenleri bir gün bir gece konuklandır. Onların ve hayvanlarının rahatını sağla. Hasta olan yolcuları ise iki gün iki gece barındır. Aralarında yolda kalmış olan varsa, onu gideceği yere ulaştır.


Allah teala müminleri İslam ile şereflendirip aziz kıldı. Onlara muhalefet eden İslam düşmanlarını da zelil etti. Müminleri insanlar için gönderilmiş hayırlı bir ümmet yaptı. Müminlerin başına ehli küfürden kimseyi geçirmeyin. Allah'ın onları aziz ve şerefli kılmasından sonra kâfir ve zâlimlerin tasallutu altına girmesinler. Zira müminlerin, kendilerini o kâfir ve zâlimlerin kötülüklerinden ve hilelerinden korumaları güç olabilir. Aldatmalarından korunabilmek zordur.


Namaz vaktinde tüm işlerinizi bırakın. Namazı zayi eden insan, diğer işleri çok daha kolay zayi eder.


Sizler vali olduğunuz halde ticaretle meşgul olmayın. Çünkü vali, ticaretle meşgul olmaya başladı mı, ne kadar dikkat etse de elinde olmadan ayrıcalığa sahip olur, tekel oluşturur ve malı zorla elde eder.


Ömrüme yemin olsun ki Allah yolunda cihadlardan birisi de, haram işleyen kimselere karşı, kişinin eliyle ve diliyle cihad etmesidir. Bu haram işleyen velev ki insanın babası, kardeşi veya akrabası dahi olsa... Muhakkak ki Allah'a giden yol; ona itaat ederek varılan yoldur. Birçok kimsenin "Falan adam güzel huyludur. nefsine hakimdir, mütevazıdır derler ve yaptığında riya olur” diye emri bil maruf ve nehyi anil münkerden uzak kaldığını duydum. Allah, böyle düşünenlerinizi asla ahlaki ve huyu en iyi olanlarınız olarak kabul etmez. Böyle davranan kişi nefsine zulmetmiş ve sorumluluktan kurtulmamış. bilakis sorumlu olmuş demektir. Zira o, Allah'ın emrettiği "iyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak" prensibini terk etmeyi kendisine prensip edinmişti. Birçok kimsenin "Ey iman edenler. siz nefislerinizi ıslah etmeye bakın. Kendiniz doğru yolu bulunca sapanlar size zarar vermez."el-Maide, 5/105 âyetini dillerine dolayıp yanlış yorumladıklarını duydum. Demek biz hidayete erersek, dalalet ve sapıklığa düşenlerin dalaletleri bize asla zarar vermez. O halde biz de sapıklık ve dalalete düşersek hidayete erenlerin hidayeti de bize fayda vermez. "Günahkâr hiçbir nefis diğerinin (günah) yükünü taşımaz.” el-En'am, 6/164 Ama bize düşen görev, iyiliği emir ve kötülükten alıkoymaktır. iyilik ve takva üzere yardımlaşmak müminlerin vasıflarındandır. Cenab-ı Allah şöyle buyurur: "Fesat planları hazırlayanlar, Alah'ın kendilerini yere batıracağına yahut şuurlarının eremeyeceği cihetlerden kendilerine azap gelip çatacağına karşı emin mi oldular artık?" en-Nahl, 16/45


Ömer Bin Abdülaziz başka bir genelgesinde, ölüler için ağlayıp feryat etmeyi, kadınların cenazeleri takip etmesini ve tekrar yaşanmaya başlayan cahiliye adetlerini yasakladı. Kadınların tesettüre uymasını emretti. Valilerine gönderdiği mektubunda şöyle diyordu: "Emniyet görevlilerine söyle, gerek sokaklarda ve gerekse evlerde ölüler için kadınların feryat ederek ağlamalarına engel olsunlar. Allah, musibete uğrayanlara hem dünyada hem de ahirette mükafat vereceğini bildirmektedir. "Onlar ki bir musibete uğradıkları zaman biz (dünyada) Allah'ın (teslim olmuş kullarıyız) ve biz (ahirette de) ancak ona dönücüleriz diyenlerdir Işte Rabblerinden mağfiretler ve rahmet hep onların üzerindedir ve onlar doğru yola erdirilenlerin ta kendileridir" bakara suresi 156-157


Abdullah b. İyaz babasından nakleder: Bir gün, Ömer b. Abdülazîz yanındakilerle beraber bir cenazeyi defn etmişlerdi. Cemaat dağılmıştı. Ömer b. Abdülazîz bir müddet kabrin başında kaldı. Yanındakiler sordu: “Ey mü’minlerin emîri. Siz bu cenaze sahibi değilsiniz. Niçin burada bu kadar uzun kaldınız?” Onlara şu şekilde cevap verdi “Bana kabir, hal lisanı ile, “Onların kefenlerini yırtıyorum, vûcûdlarını parçalıyorum, kanlarını emiyorum.. Hala benden ibret alınmıyor!..” diyor “. Bu sözleri söyledikten sonra Halîfe ağlamaya başladı. Etrafındaki yakınlarına şu nasîhatte bulundu: “Dünya ne kadar aldatıcı! Dünya’da üstün mevkî ve varlık sahibi olmak hiç fayda vermiyor. Genç, ihtiyarlıyor, sonunda oluyor. Sakın dünyanın fanî lezzet ve safası bizi aldatmasın! Hani nerede bizden evvel yaşayıp, ölümü kendisine uzak görenler?! Burada sıhhat, güç ve kuvvetlerine aldandılar. Bu yüzden günah işlediler. Çok zavallı kimseler de onlara gıpta edip “Biz de onlar gibi yaşasak” diyorlardı. Şimdi onlara ne oldu? Toprak bedenlerini yedi kemikleri kurtlara azık oldu. Halbuki onlar, dünyada iken kuvvetli bir aile içindeydiler. Herkes kendilerine ikram ediyordu. Şimdi ise heyhat!.. “


"Ömer İbn Abdulaziz'i seven ve onun iyiliklerinden bahsedip te bu iyilikleri yaymak için çalışan birini gördüğünde, bilki bu işin sonunda bir hayır vardır. İnşaallah..." Ahmed İbn Hanbel


KAYNAKLAR;


Ömer b. Abdulaziz Hayatı-Ahlakı-Siyaseti - İbn Abdulhakem


Ömer İbn Abdülaziz (Ahmed Ağırakça)


http://www.nurnet.org/omer-bin-abdulaziz-r-a-kimdir-679-720-kisaca-hayati/


http://www.islamveihsan.com/omer-bin-abdulaziz-kimdir.html


http://www.ehlisunnetbuyukleri.com/Islam-Alimleri-Ansiklopedisi/Detay/OMER-BIN-ABDULAZIZ/1059


http://www.alim.gen.tr/haber/omer-b-abdulaziz-r-a