22 Aralık 2016 Perşembe

Sarıkamış'ta binlerce askerimizi öldüren Enver Paşa'dır





Çok kişi Sarıkamış'ta şehit olan on binlerce askerimizi "Ruslar'ın öldürdüğünü" sanır.
Hayır, onları öldüren Enver'dir.
Eksi otuz derecede hiçbir akla ve mantığa sığmayan o saldırı emrini veren Enver.
"Olacak iş değil paşam" diyen Hasan İzzet'i yürütüp yerine her dediğine eyvallah diyen Hafız Hakkı'yı getiren Enver...
Çünkü bu aklı veren de Enver'in kurmay başkanı (aynı zamanda bütün Osmanlı ordusunun da genelkurmay başkanı) bir Alman'dı, Bronsart von Schellendorff...
Evet ya, Türk genelkurmayını bir Alman yönetiyordu.
Bu Alman'ın aklıyla Enver de, birkaç ay önce Hindenburg ile onun kurmayı Ludendorff'un Tannenberg'de Ruslar'a karşı kazanmış oldukları zafer benzeri "kolay bir zafer" kazanmak istemiş, altmış bin kişiyi karlara ve buzlara gömmüştür.
Berikiler büyük askerlerdi, oysa Enver yarbaylıktan generalliğe "zıplamış" adamdır, saraya damat olduğu için.
Bir başka sakillik, Sarıkamış'ın "vatan savunmasında" bir "müdafaa harekatı" olduğunun sanılmasıdır.
Sarıkamış, bir Çanakkale değildir.
Osmanlı ordusu Sarıkamış'a durduk yerde, "otuz beş yıl önce Ruslar'ın eline antlaşmayla geçmiş bazı doğu topraklarımızı zorla geri almak" için saldırmıştır.
Eh, bir de, bir kısım Rus askerini Kafkaslar'a bağlayıp Almanya üzerine sevkedilmelerini önlemek için tabii.
Hani şu, Hasan Cemal'in dedesinin de bir kısım İngiliz askerini Mısır'a bağlamak için Almanlar tarafından iki kere Süveyş Kanalı'na saldırtılacağı gibi canım...
Ama kanal seferlerinde "Atatürk geçmediği için" bunlar öğretilmez okullarımızda.
Bugün, Sarıkamış harekatının "Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğüne kasteden düşmana karşı" yapıldığını sanan zır cahiller bile yaşıyor aramızda!
Sarıkamış'la cumhuriyet arasında dokuz sene vardır.
Çanakkale'yle kurtuluş savaşı arasında da beş sene olduğu gibi.
Şimdi Sarıkamış törenleri bitince sıra iki ay sonra Çanakkale'ye gelecek, onun da yüzüncü yıldönümü.
Gene "hain düşman durduk yerde üstümüze saldırdı, hiç beklemiyorduk" edebiyatı yapılacak. Yalandır.
Bu yalanlara sarılan Türk faşistleri Enver'i pek severler, "Turan İmparatorluğu" hayalleri peşinde koştuğu için. Gözümüzün içine baka baka "Enver Alman hayranı değildi" diye sallamaktan da utanmıyorlar.
Geçen gün bir postalcı yazarımız da, Enver'le Talat'ın Şişli'de, Hürriyet-i Ebediyye tepesinde yan yana yattıklarını hatırlatmış, "kabirlerinin önünde dua eden de, yanından gelip geçen de görülmüyor" diye yakınmış.
Neden acaba?
Neden kimisi vara yoğa Anıtkabir'e, kimisi ramazan aylarında padişah türbelerine koşan, şu ya da bu siyasi görüşten binlerce kişi oraya hiç uğramıyor?
Yoksa halk sandığınız kadar cahil değil mi? Yoksa halk CHP'ye küstüğü gibi onlara da küsmüş ve hiç affetmemiş mi?
Enver ile Talat'ın mezarına sizin Sarıgül ailesi gitsin sarı güller koymaya, ne de olsa Şişli onların saltanat bölgesi...
Engin Ardıç/Sabah 5 Ocak 2015

Sarıkamış faciası...



Vakit
Hasan Karakaya
hasankarakaya@vakit.com.tr


Sarıkamış faciası... Ağaç dallarındaki iskeletler!


Bilirsiniz; "resmî tarih" ile "gerçek tarih" öteden beri çelişir... Resmî tarihe göre "kahramanlık ve vatanseverlik" sayılan bir olay, gerçek tarihe göre "korkaklık veya vatan hainliği"dir...
Ya da, tam tersi!.. Ben, "resmî tarih" ile "gerçek tarih" arasındaki ilişkiyi, "devlet" ile "millet"e benzetirim... Nasıl ki; "devlet" ayrı telden çalar, "millet" ayrı telden çalar ve bir türlü "ortak nokta" bulunamazsa, "resmî tarih" ile "gerçek tarih" arasında da asla "ortak nokta" bulunamaz... Resmî tarih "vatan sevgisi" der, gerçek tarih ise "facia!"


SARIKAMIŞ VE ENVER PAŞA!

Malûm, dün "Sarıkamış Harekâtı"nın 93. yıldönümüydü... "90 bin Mehmetçiğin donarak öldüğü" bir "facia"nın yıldönümü!..
Dünkü Vakit'te bir başlık vardı:
"Turan derken, viran olduk!"
Bunu söyleyen, "İttihat Terakki" cemiyetinin/partisinin önde gelen komutanlarından Enver Paşa'ydı...
"Harekât bahara kalsın" diyen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa'yı görevden alan ve "3. Ordu Komutanlığı" görevini kendisi üstlenen Enver Paşa!..
İşte bu Enver Paşa, Sarıkamış'ın Allahüekber dağlarında tam 90 bin insanın kanını/canını donduran bir adamdır!..
önce olayı özetleyelim:
Osmanlı-Rus savaşı sonucu, Kars, Ardahan, Batum ve Sarıkamış'ın Rusya'nin işgaline uğraması sonucu 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Sarıkamış'ı geri almak amacıyla 19 Aralık 1914 tarihinde harekât planını kurmaylarına sunmuştu.
Kurmayların "manevranın başarısızlığa uğrayacağını" Enver Paşa'ya birçok defa söylemiş olmalarına rağmen, Enver Paşa harekatın yapılmasına karar vermişti.
22 Aralık 1914'te Enver Paşa'nın emriyle 120-125 bin civarında Osmanlı askeri dondurucu soğuğa rağmen yollara sürülmüştü.
Bölge, senenin dört ayı boyunca "karlarla örtülü"ydü. Kar yükseklikleri kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu. "Zemheri günleri" diye bilinen en soğuk günlerdi.
Yapılan harekât planına göre; Ruslar Sarıkamış'ta kuşatılıp, imha edilecektir!..
Gündüz başlayan yürüyüşte "çarık"ları yumuşayan askerlerin çarıkları gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarını sıkmaya başlar.
Adım atmak neredeyse imkânsızdır. Askerler olduğu yerde zıplar, atlar, kendini karların içine vurur ve ayaktan başlayan donma yavaş yavaş bütün vücuda yayılır.
Düşeni kaldırmamak için emir vardır. Zaten kimsede de kimseyi kaldıracak güç kalmamıştır.
Sarıkamış'ta böylesine bir facia yaşanmasına rağmen, İstanbul'a gönderilen telgrafta gerçekler gizlenir ve "Kahraman askerlerimizde ilerleme isteği o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklarıyla karları eritip yol açacaklardır. Karı daha az olan kesimlerde kahramanlarımız başarılar elde ediyorlar. Dün, süngü saldırısıyla düşmandan iki mevzi ele geçirilmiştir" şeklinde yalan ifadelere yer verilir.
"Netice"ye gelecek olursak;
"90 bin Mehmetçik donarak ölür!"
Hem de, tek kurşun atamadan!..
Resmî tarihe göre; Sarıkamış Harekâtı bir "başarı"dır, Enver Paşa da "büyük bir komutan!"
Ama, vicdanlar diyor ki;
Bu adam bir "katil"dir!..
"90 bin Mehmetçiğin katili!"

GENELKURMAY NASIL BAKIYOR?

Şahsen ben, Sarıkamış "harekâtı"nın değil, "facia"sının yıldönümü vesilesiyle bir yazı yazmaya karar vermiştim ki, geçtiğimiz Perşembe günü, Genelkurmay'ın internet sitesinde bir "bilgi notu"na yer verildi.
Sözkonusu bilgi notunda, Osmanlı Devleti'nin Almanya ile yapılan anlaşmanın ardından Birinci Dünya Savaşı'na girmek zorunda kaldığı hatırlatılarak, "Ancak Balkan Savaşı'ndan yeni çıkmış olması ve yeterli hazırlıkları yapma imkanı ve zamanı olmadığından dolayı savaşın ilerleyen dönemlerinde büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır" denildi.
Osmanlı donanmasına bağlı Yavuz ve Midilli gemilerinin Sivastopol'u bombalamalarının ardından 1 Kasım 1914 günü Rus Ordusu'nun hududu geçerek baskın tarzında taarruza başladığının anlatıldığı bilgi notunda, Erzurum genel istikametinde ilerleyen Rus Kuvvetleri'nin, 7-12 Kasım'da Köprüköy ve 17-20 Kasım'da cereyan eden Azap muharebelerini kaybederek geri çekilmek zorunda kaldıkları belirtildi.
Savaşın ilk aylarında meydana gelen bu durumun, ordunun subay ve erleri üzerinde olumlu bir etki doğurduğunun kaydedildiği bilgi notunda, "Ancak ağır zayiat veren 3. Türk Ordusu, geri çekilen düşmanı takip edememiş; daha elverişli bir arazide toplanmak, takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemek ve yeni bir Rus taarruzunu karşılamaya hazır olmak amacıyla 8-10 kilometre kadar geri çekilmiştir" denildi.
Bilgi notunda, Avrupa'da savaşın mevzi harbine dönüşmesi ve Galiçya'da Avusturyalıların Ruslar karşısında zor durumda kalmaları üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa'nın, müttefiklerin Avrupa'daki yükünü hafifletmek için "Alman Başkomutanlığının da etkisiyle" Doğu Cephesi'nde "Rusların imhası"nı hedef alan büyük ölçüde kuşatıcı bir taarruza karar verdiği anlatıldı.
Bilgi notunda şunlar kaydedildi:
"Nitekim Türk kuvvetlerinin büyük bir kısmı soğuktan donarak ölmüştür. Sarıkamış'a girebilen 300 kişilik bir kuvvet de Ruslar tarafından geri atılmıştır. Bu başarısızlık karşısında Enver Paşa, 10 Ocak 1915'te 3. Ordu Komutanlığını Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa'ya devrederek İstanbul'a dönmüştür. Bu muharebelerde Rusların zayiatı 30 bin, Türklerin zayiatı ise 60 bin kadardır. Ruslar; Türklerden 200 subay, 7 bin eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak almışlardır. Bu muharebeler sonucunda Doğu Anadolu, Rusların işgaline maruz kalmıştır. Bilahare 3. Türk Ordusu, taarruzdan önce işgal etmiş olduğu Azap mevziine (Tutak-Narman hattı) çekilmiştir. Takviye kuvvetler alarak Rus taarruzlarını bu hatta karşılamaya hazırlanmıştır."
Bilgi notunda, Sarıkamış Harekatı ile ilgili haberlerin, ancak sonradan kamuoyu gündemine geldiği belirtilerek, burada olup bitenlerin çok sonraları açıklığa kavuşturulduğu kaydedildi.
Sarıkamış Kuşatma Harekatı'nın; düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan "başarılı bir plan" olduğunun ifade edildiği bilgi notunda şu değerlendirmeye yer verildi:
"Ancak stratejinin faktörlerinden zaman ve iklim şartları iyi değerlendirilemediği için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur. Sarıkamış, Türk harp tarihinin en acı muharebelerine sahne olmuştur. Türk Ordusu, ağır koşullar altında yapılan bir muharebede kahramanca savaşmıştır. Türk Ordusunun kayıplarındaki asıl etkenler, çetin arazi ve şiddetli kış şartları ile teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliğidir. çok ağır koşullar altında kahramanca savaşan Türk askeri, muharebenin sonuna kadar direnmiş, vatanını korumak ve başarıya ulaşmak için sonsuz gayret göstermiştir. Sarıkamış Harekatı, Türk milletinin vatanı ve kutsal varlıkları uğruna neler yapabileceğinin bir delilidir."
BUNUN NERESİ BAŞARI?
Genelkurmay'ın "bilgi notu"nda benim anlayamadığım şu:
"90 bin asker"in, hem de "tek kurşun sıkmadan" donarak öldüğü bir harekâta, nasıl "başarılı" denilebilir!..
Bir harekât; eğer "bütün olumsuz şartlar" hesaplanarak gerçekleştirilmiş ve "hedefe ulaşılmış" ise başarılıdır!..
"çetin arazi şartları" düşünülmemiş, "kış şartları" hesaba katılmamış, "teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliği" hesaplanmamış bir plan için, nasıl "başarılı bir plan" denilebilir!..
Hele de, "90 bin asker donarak ölmüş" ise!..
Hele de, harekâtı yöneten Enver Paşa bile 1 Kasım 1918 gecesi saat 23.00'te Alman botu ile Türkiye'den kaçmadan önce Mersinli Cemal Paşa'ya şu "itiraf"ta bulunuyorsa:
"Turan yapacaktık, viran olduk... Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid'i anlayamamaktır. Yazık Paşam, çok yazık!.. Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık."
TESLİM OLMADAN TESLİMİYET!
Bu nasıl "başarı"dır ve nasıl "kahramanlık"tır ki; Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında, Sarıkamış'ta "bir ihtiras uğruna" şehit olan Mehmetçiliğin halini şöyle anlatıyordu:
"İlk sırada diz çökmüş beş kahraman... Omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allah'ın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş, kaskatı...
Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları!.. Her biri birer fütuhat oku gibi, çelik misali. Ya gözler? Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri!.. Apaçık!.. Tabiata da, başkumandana da, karşısındaki düşmana da isyan eden, ama Allah'ına teslimiyetle bakan gözler. Açık, vallahi apaçık!"
Ve Moskova'daki "askeri müze"de sergilenen bu satırların sonu şöyle biter:
"Allahüekber dağlarındaki Türk müfrezesini esir alamadım, çünkü o askerler; bizden çok evvel Allah'larına teslim olmuşlardı." (24.12.1914 Perşembe)
Söyleyin Allah aşkına;
Bu mudur başarı? "Gözleri açık gitmek" midir kahramanlık?
AĞAç DALLARINDA DONDULAR!
Bu olayda, beni en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz?
"Ağaç dallarındaki asker cesetleri!"
"Tetiğe asılmak" üzere olan, ancak "eski 40 derece soğuk"ta tetiğe asılamayıp donarak ölen "Mehmetçik"lerin cesetleri, daha doğrusu "iskelet"leri ne zaman bulunabilmiş biliyor musunuz?
4-5 ay sonra!..
Evet, "karlar eridikten" sonra!..
O manzara şöyle anlatılır:
"Ertesi ilkbaharda, karlar eriyince, felâketin boyutu daha bir belli oldu, ortaya çıktı. Türk askerlerinin cansız bedenleri, bütün kış boyu kurdu kuşu beslemişti...
Yöre köylüsü, ağaçların üstünde at, katır ya da insan iskeletleri görüp dehşete düşüyordu; "O iskeletler nasıl çıktı oraya?" diye.
Oysa, ağacın üstüne çıkan "iskeletler" değildi... Ağacı tümüyle örten karların üzerinde yol almaya ve dağı geçmeye uğraşan 3. Ordu erleri, bastıkları ağaç dalları üzerinde donup kalmışlardı!..
Cesetlerini önce vahşi hayvanlar parçalamış, sonra da kuşlar, kargalar didiklemişti.
"Etlerinden sıyrılan iskeletler" de karların erimesiyle ağaçların tepesinde kalmışlardı.
Sarıkamışlı bir ihtiyar şöyle anlatıyordu gözlemini:
"Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu ancak yanlarına gidince anladık."
SARIKAMIŞ TüRKüSü'NDEKİ MEHMETçİK!
İşte budur Sarıkamış'ın özeti... Bir "ihtiras"ın, bir "hırs"ın, bir "kansız cinayet"in adıdır Sarıkamış!..
"Turan" derken, "viran" oluşun adıdır!..
öyle bir "acıdır", öyle bir "ağıt"tır ki, "türkü"lere yansımıştır Sarıkamış!..
"Sarıkamış Türküsü" şöyle der:
"Sarıkamış üstünde kar,
Kar altında Mehmedim yatar,
Gülüm donmuş, kara dönmüş
Gören sanmış, yârin sarar.
Kimi Yemen, kimi Harput
üzerinde ince çaput
Avut yiğit, gönlün avut,
Yâr sarmazsa, Mevlâm sarar!"
Bilmiyorum, daha fazla söze hacet var mı?.. Şu "türkü"nün sözlerini tekrar okuyun ve üstünde "ince bir çaput"la eksi 40 derece soğuğa sürülen Mehmetçiğin ardından, ağlayın ağlayabildiğiniz kadar!..
Ama, bu "katliam"ın, ama bu "facia"nın adını "kahramanlık" koymayın!.. 90 bin askerin ölümüne yol açan beceriksizlik ve ihaneti de "başarı" saymayın!..
"Hezimet"ler ne zamandan beri "başarı" oldu?..
Ve "ihanet"ler ne zamandan beri "kahramanlık?"
"Resmî tarih"e işte bunun için güvenmiyorum ben!..
--------
Kıvırma Fazıl!
Eyvah; "Fazıl" dedim, acaba "hedef" göstermiş mi oldum?.. "Paranoyak" gazeteler, artık "isim" ve "resim"den de anlam çıkarıp "hedef gösterme" üretiyorlar!.. Ne bileyim, "Vakit bulmacası"nda fotoğraf kullanıp "Fazıl Say-gısız" demek, "hedef göstermek"miş!.. "İnsan"ları bilmem, ama buna "karga"lar bile kıçıyla güler!..
Her neyse... Malûm, "başka bir ülkeye taşınmayı düşünüyorum" demişti Fazıl Say... Masusçuktan "gitme kal" diyenlere de; "öyle demek istememiştim!.. Yanlış tercüme" diye kıvırıp, sıyrılmak istedi... Ancak, 13 Aralık 2007 tarihli Alman gazetesini okuyanlar, ortada "yanlış bir çeviri" olmadığını gördüler!..
Demek ki; Fazıl Say, sadece "piyano" çalmakta değil, "kıvırmak"ta da ustadır!..
Aslında var ya; hem "piyano" çalsa, hem de "rakkase"ler gibi kıvırsa, çok iyi para kazanır Türkiye'de..
O zaman; gitmek aklına bile gelmez!..



15 Aralık 2016 Perşembe

Halep’i Kurtarmanın Yolu Ayasofya’dan Geçiyor




Halep hepimizin içini yakıyor acil müdahale edilmeli ama nasıl
Şu anda şer güçler Türkiyeyi ortadoğuya çekmeye çalışıyor ve bizim halepi musulu filistini kurtarmamız gerekiyor konu çok karışık ve acilen bir şeyler yapmak gerekiyor

Öncelikle sivil gönüllülerden oluşan bir milis - ordu kurulmalı ve derhal imkan dahilinde bu bölgelere nakledilmeli

Türkiye resmi olarak bölgeye şu aşamada girmemeli Türkiye’nin öncelikli sorunu feto ve pkk fitnesini etkisiz hale getirmesi gerekiyor
evet feto ve pkk’ya çok büyük darbe vurduk ama bu şer cephesi hala dışarıdan yardım görüyor

biz öncelikle tam gerçek bağımsızlığımızı ilan etmeliyiz
bunun yolu ise incirlik-ayasofya-idam üçlüsünden geçiyor
alakasız gibi görünse de evet biz bağımsızız demenin yolu
idamı getirmek, ayasofya’yı cami yapmak ve incirlik üssünü kapatmakla mümkün bu hamleler yapılmadan bağımsızlığımız lafta kalacaktır

bizim aynı anda filistini, halep’i musul’u kurtarmamız gerekiyor bunun için de top yekün cihad emri verilmeli
ve bu emri vermek için de halife ve halifelik acilen getirilmelidir

ALLAH YARDIMCIMIZ OLSUN
YÜKÜMÜZ AĞIR
AMA İNANIR VE ÖNCELİKLE İSLAMI DOĞRU YAŞARSAK RABBİM BİZE BUNU KOLAYLAŞTIRACAKTIR
İNŞALLAH HALEP’İN , MUSUL’UN VE FİLİSTİN’İN KURTULUŞU YAKINDIR
SİZ YETER Kİ İSLAM’IN HAKİM OLACAĞINI UNUTMAYIN