24 Şubat 2015 Salı

LOZAN’DA KAYBETTİKLERİMİZ





Laikçi ve sahte Atatürkçü dernek vakıf ve kuruluşlar düzenledikleri panel ve konferanslarda “zafer” olarak gösterilen Lozan Antlaşması’nın birçok açıdan kayıp olduğu belirtiliyor. Bugüne kadar hep tartışma konusu olan Lozan’ın “zafer” değil “hezimet” olduğu bir defa daha gün yüzüne çıktı. Günümüzde Türkiye için en problemli bölge olan Musul Kerkük ve Süleymaniye kaybının 80 sene önce Lozan Antlaşması’yla başladı. Eğer Lozan’da Kuzey Irak’ta kalan çok önemli topraklar kaybedilmemiş olsaydı Türkiye bugün karşılaştığı birçok problemle karşılaşmayacaktı.

Hatay’dan Kıbrıs’a Musul-Kerkük’ten 12 Ada’lara kadar birçok taviz verdiğimiz antlaşma dönemin Dışişleri Bakanı İsmet İnönü Sosyal Güvenlik Bakanı Rıza Nur ve Trabzon Milletvekili Hasan Saka’dan oluşan TBMM heyeti ile müttefikler arasında 20 Kasım 1922’de başlayıp 24 Temmuz 1923’te sonuçlandırılmıştı. Lozan görüşmeleri bir kısım çevreler tarafından inatla zafer olarak nitelendirilse de kaybettirdikleri ile sürekli tartışma konusu oldu.

EK 17 MADDESİ HÂLÂ SIR

Toplam 142 maddeden oluşan ancak gizli tutulan Ek 17 maddesi hâlâ sır özelliği taşıyan Lozan Antlaşması’nda kapalı kapılar ardından ne pazarlıklar yapıldığı tam olarak bilinmiyor. Lozan’da İngiliz Delegasyonu Başkanı Lord Curson İngiliz Avam Kamarası’nın ‘Lozan’da Türklerin istiklalini neden tanıdınız’ şeklinde yapılan itirazlara “Asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski şan ve şöhretlerine kavuşmayacaktır. Zira biz onları maneviyat ve ruh cephelerinde söndürmüş bulunuyoruz” şeklinde cevap vermişti.

LOZAN’DA KAYBETTİKLERİMİZ

Lozan’da kaybettiklerimiz maddeler halinde şu şekilde sıralanabilir:

• 1920-1922 arasında Yunanistan’a karşı verilen İstiklal Harbi’nin galibi olarak Yunanistan’dan tek kuruş savaş tazminatı alınamadı

• Misak-ı Mili sınırları içindeki Musul-Kerkük ve Süleymaniye İngilizler’e Hatay Fransızlara bırakıldı.

• 12 ada İtalyanlar’a İmroz Bozcaada ve Tavşanlı adaları dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan’a 1571’den beri Türklere ait olan Kıbrıs İngiltere’ye verildi.

• 1923’ten itibaren 6 sene boyunca Türkiye Dış Ticaret yönetimine müdahale edememiş ve bu süre içerisinde Avrupa’nın açık pazarı haline getirilmiştir.

Türkiye’nin Lozan’da tam bağımsızlığına kavuştuğu iddia edilirken ağır bir borç altında bırakılarak yabancı şirketlere imtiyazlar verilmiş ve tam bağımsızlık bir kenara itilerek batı bloğunda yer almaya zorlanmıştır. -

kaynak http://gercektarihvekultur.blogspot.com.tr/2011/04/lozan-kaybettiklerimiz-suleymaniye.html#sthash.uTYAJNcW.dpuf






LOZAN da kaybedilen PATLAMIŞ MISIR değildi - koca bir ülkeydi

Resmi ideoloji karşılaştrıma ihtimali doğmasın diye içinde Mustafa Kemal isminin geçmediği savaşları yok saymış ve bunların unutulmasını tercih etmiştir .




Anlatılmamasının bir diğer sebebi de aslında yaptığımız savaşların birçoğunun doğrudan özgürlüğümüz için değil..... ALMAN hayranlığı besleyen İTTİHAT VE TERAKKİ hükümetinin hayalperest hareketleri olduğunun gizlenmesi içindir ...Rothschilds ın memleketi...İllüminatinin beşiği Almanya nın gücünü hakim kılmak için Koca bir milletin OSMANLININ ordusu ve imkanları ne yazık ki ALMAN GENERALLERE emanet edilmişti… bu orduyu serbestçe kırdırmak Osmanlının bir daha hareket edemeyecek kadar zayıflatmak KUDÜS ü savunmasız bırakmak TÜRK -ARAP ayrışması sağlayacak Ve savaş gücünü tarihe gömmek i fırsatı illüminati-mason-siyonist yapıya gümüş tabakta içerideki SABETAYİST +KRİPTO+MASON yandaşları tarafından sunulmuştu … Yani JÖN TÜRK +İttihat ve terakki tarafından .

MISIR OSMANLININ BİR TOPRAĞIYKEN NE OLDU DA ELİMİZDEN ÇIKTI ARAPLAR İSYAN MI ETTİ YOKSA BAŞKA TUZAKLARLA MI BUNU ALDILAR buna bir bakalım : Mısır’ın İngiltere Tarafından İşgal Edilmesi (1882) yılıdr . Mısır, 1869′da Süveyş Kanalı’nın açılmasından sonra büyük bir önem kazandı. OSMANLI süveyş kanalını yaptırarak bu stratejik hamleyle gerçekten TİCARET yollarında yeniden kaybettiği gücü alabilecekti .

Mısır, Hindistan yolunun üzerinde bulunmaklaydı, ingiltere, Hindistan’a kısa yoldan gidebilmek, bu yolun güvenliğini elinde bulundurmak ve Doğu Akdeniz hakimiyeti hakkında söz sahibi olmak için Mısır’ı elde etmek istemekteydi.

Mısır’ın başında, “ Hidiv ” denilen ve Osmanlı Devleti’ne bağlı bir vali bulunmakta idi. Hidivler, Mehmet Ali Paşa’nın soyundan gelmekteydiler.

Bunlardan Hidiv ismail Paşa , Fransa ve ingiltere’den çok borç aldı.

(BORÇ İLE FAİZ İLE ÜLKELERİ ACİZ BIRAKMAK illüminatinin -mason yapıların SİYONİST BİR STRATEJİSİDİR hatırlayalım ) Bu borçları ödeyemeyen Mısır hazinesi 1876′da iflas etti, Alacaklannı tahsil etmek isteyen bu iki devlet, Mısır işlerine karışmaya başladılar. Ahmet Urabi Paşa, Mısır’daki yardımcıların tesirlerine karşı isyan etli. Hükümeti ele geçirdi. Bu durumu fırsat bilen ingiltere, Mısır’a asker çıkardı ve Mısır’ı işgal etti (1882).

Osmanlı Devleti ile ingiltere, Mısır konusunda aralannda bir antlaşma yaptılar.




Bu antlaşmaya göre, Osmanlı Devleti ve ingiltere Mısır’da birer “ Yüksek Komiser ” bulunduracaklar ve bunlar Mısır yönetiminde Hidiv’e yardım edeceklerdi. Mısır, hukuken Osmanlı Devleti’ne ait olacak ve yıllık vergisini ödeyecekti.

YANİ MISIR HALEN OSMANLI TOPRAĞIDIR .... HATTA LOZANA KADAR DA MISIR OSMANLININDIR , sadece MISIR DEĞİL SUDAN da öyle

Mısır'ın resmen elimizden çıkması, Lozan'la olmuş, Abdülhamid'in 36 yıl önce atmadığı imza Lozan'da atılmıştır. Lozan'ın 17. maddesi şöyle der :

" Türkiye'nin Mısır ve Sudan üzerindeki bütün hak ve dayanaklarından feragatinin hükmü 5 Kasım 1914 tarihinden geçerlidir."

EVET bedava verilen devasa ve stratejik iki ülke SUDAN VE MISIR ..

http://dunyagerceklerim.blogspot.com.tr/2013/01/lozan-da-kaybedilen-patlamis-misir.html









Musul Lozan’da kaybedilen vatan Ahmet Anapalı

Yüzyıllarca Osmanlı’ya bağlı bir toprak parçası olarak varlığını sürdüren Musul ve Kerkük nasıl elimizden çıktı? Bu kayıpta kimlerin hatası ve cehaleti mevcuttur? Bu soruların cevabı yakın tarihimize batırılan bir turnusol kâğıdıdır. Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte Musul vilayetinin önemli bir kısmı Osmanlı birliklerinin denetimi altında idi. Ancak mütarekenin 7. maddesine dayanarak İngiliz birlikleri tarafından işgal edildi. Osmanlı Devleti bu oldubittiyi reddetti ve Musul’u İstanbul’da son Osmanlı meclisinin kabul ettiği, TBMM’ninde aynen benimsediği Misakı Milli sınırları içine aldı

IŞİD tarafından Irak’a ve bilhassa Musul ve Kerkük’e yapılan işgal hareketi neticesinde rehin alınan diplomatlarımız ve tır şoförlerimizden dolayı ülke ve dünya gündeminin başköşesine oturan Musul neresidir? Yüzyıllarca Osmanlı’ya bağlı bir toprak parçası olarak varlığını sürdüren Musul ve Kerkük nasıl elimizden çıktı? Bu kayıpta kimlerin hatası ve cehaleti mevcuttur? Bu soruların cevabı yakın tarihimize batırılan bir turnusol kâğıdıdır.

Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı tarihte (30 Ekim 1918) Musul vilayetinin önemli bir kısmı Osmanlı birliklerinin denetimi altında idi. Ancak mütarekenin 7. maddesine dayanarak İngiliz birlikleri tarafından işgal edildi. Osmanlı Devleti bu oldubittiyi reddetti ve Musul’u İstanbul’da son Osmanlı meclisinin kabul ettiği, TBMM’nin de aynen benimsediği Misak-ı Milli sınırları içine aldı. Bu dönemde Ankara Hükümeti, Musul’daki aşiretleri kendi tarafına çekmek suretiyle, İngiltere’ye karşı üstünlük sağlamak için askeri boyutları da olan birtakım girişimlerde bulundu. Fakat Musul, tüm çabalara rağmen kurtarılamadı. Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın imzalanması ile sorunun çözümlenmesi Lozan Barış Konferansı’na kaldı. Lozan’a giden İsmet Paşa önderliğindeki heyete başlangıçta verilen talimata göre Süleymaniye, Musul ve Kerkük sancakları kesin olarak istenecek, İngilizleri yola getirebilmek için gerekirse petrol yataklarını işletme sözleşmesi yapılacaktı. Türk heyeti ve başkanı İsmet Paşa, toplantının başlarında Ankara’dan ayrılmadan evvel TBMM’den bu konuda aldığı emirler doğrultusunda çok radikal bir ruh halindeydi. İngiliz Başdelegesi hatıralarında Türklerin bu konudaki tutumları hakkında bizlere önemli bilgiler vermektedir;

“… Lozan’da birgün İsmet’i odama davet ettim. Musul haritasını önüne koydum. Bir kırmızı çizgi çektim. Bak dedim, yarısı size yarısı bize. Kerkük, Erbil ve diğer Türkmen şehirler size, güney tarafı ise bize. Hayır dedi İsmet kabul etmedi, hepsi bizim dedi.”

İlerleyen zaman içerisinde köprünün altından çok sular geçti ve Musul konusunda bu kadar katı olan İsmet Paşa eğilmeye, esnemeye ve bu konudaki fikirlerini değiştirmeye başladı.

Yine bu sıralarda İngiliz ve Fransız tertibi ilginç bir olay meydana geldi. Kongrenin 1. döneminin dağılmasından bir gün önce, yani 3 Şubat 1923 günü sabahleyin Lozan’ın ana caddelerinin ve tüm bilbortların dev afişlerle donatıldığı görüldü. Bu afişte aynen şu yazıyordu;

“…Türkler barış istemiyor ve savaş yeniden başlıyor.”

Türk heyeti Lozan’da, Türkiye’nin Musul ve bölge hakkındaki görüşlerini ortaya koydu. Gerekirse burada halk oylamasına başvurulabileceğini söyledi. Ancak Musul petrollerine kilitlenmiş olan İngiltere, Türk tekliflerinin hiçbirini kabul etmedi. Her iki taraf Musul sorununun Lozan’da her iki tarafın da imzalayabileceği bir barış antlaşmasının onaylanmasına engel olmamasını kabul etti. Barış Antlaşması’nın imzalanmasından sonra her iki ülke tarafından belirlenecek bir zaman diliminde Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak görüşmelerle sorunun çözümlenmesi kararlaştırıldı. Anlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten itibaren 9 ay içinde Musul sorununun çözümlenemediği takdirde konunun Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi de kabul edildi. Ayrıca her iki taraf bu süre içinde Musul’un statüsünde değişiklik yapmaya yönelik askeri ve siyasi bir girişimde bulunmayacaktı.

Artık İsmet Paşa’nın karşısında zor bir seçim vardı; ya müzakereleri kesecek ve Ankara’ya dönecek ya da Musul pahasına barışın peşine düşecekti. Türk heyetinde Musul konusunda izlenecek politika konusunda ortak bir yol haritası yoktu, her kafadan ayrı ses çıkmaktaydı ve işin kötüsü İngilizler bunun farkındaydı. 20 Ocak tarihli bir gizli istihbarat raporu şu satırları içeriyordu;

“… İsmet Paşa bir bu yöne bir şu yöne çekiliyor gibi. Kişisel düşüncesi İngilizlerin barış planına ve düşüncesine yatkın, ama kendisini Ankara’nın dayattığı politikayı uygulamak zorunda hissediyor.”1

Raporun da doğru bir biçimde yansıttığı gibi İsmet Paşa, Musul konusunda bir uzlaşmadan yanaydı fakat, alarak değil vererek elde edilecek bir uzlaşmadan yana. Rıza Nur Musul’un Türkiye’den ayrılmasının bir Kürt sorunu doğuracağı ve daha da önemlisi, bölgenin petrol kaynaklarının Türkiye’nin gelişmesi için yaşamsal öneme sahip olduğu gerekçesiyle, kesinlikle geri adım atmaya karşıydı. Üçüncü delege Hasan Saka Bey kararsızdı, ama vilayetin önemi konusunda Rıza Nur’a katılıyordu.2 İsmet Paşa’nın izlenecek politika konusunda talimat isteyen telgrafına Rauf Bey 27 Ocak’ta, konunun TBMM’de görüşüleceği yanıtını verdi.3 Ne vahim bir acizlik. Nefes almadan daha mühim ve kritik zamanlar yaşayan Türkiye’nin hükümeti böylesi mühim bir anda hemen değil daha sonra bu konuyu görüşmeye karar veriyor. Nitekim Türk tarafındaki fikir ayrılıkları, çatlaklıkları iyi okuyan İngiliz heyet başkanı Lord Curzon, İsmet Paşa’nın niyetini çözdü ve siyasetini bu çizgiye göre devam ettirdi. Antlaşma taslağının resmen sunulacağı 30 Ocak’ta İsmet Paşa, Bımpard’la gerçekleşen özel bir konuşmada, “Antlaşmayı kabul etme olanağının olmadığını” bildirmiş ama “Ankara’ya antlaşma yapmadan dönme konusundaki isteksizliğini ifade etmişti” Bu sözler tam olarak Curzon’un duymak istediği, duymayı özlediği sözlerdi. 31 Ocak’ta kendi Dışişleri Bakanlığı’na şunları yazdı;

“…İsmet’in Ankara’ya dönmeyi reddetmesi, imzalama yetkisinin olduğunun ve bir antlaşma olmadan dönmeme niyetinde olduğunun kanıtıdır. Eğer bu keşfimizden yararlanmazsak, yanlış hareket etmiş oluruz.”4

Ele geçirilen telgraflar da İsmet Paşa’nın, Curzon’dan alıntılarsak; imza atmaya yalnızca yetkisi değil, niyeti de olduğunu gösteriyordu. Curzon sözlerini söyle sürdürdü;

“… Bence Türklerin savaşmayı düşünmedikleri ve antlaşmaya imza atmak zorunda oldukları açıktır.”5

İsmet Paşa’nın Lozan’da taviz vererek imza atmaya niyetinin var olduğunu görünce, TBMM’deki Başbakan Rauf Orbay’ın grubu İsmet Paşa’ya imza yetkisini vermemek için uğraştı. Fakat, TBMM Başkanı Mustafa Kemal Paşa, otoritesini milletvekilleri üzerinde kullandı ve imza yetkisini meclisten çıkarttı dolaysıyla Lozan Antlaşması imzalandı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması ve Lozan Antlaşması’nın yürürlüğe girmesinden sonra 19 Temmuz 1924 tarihinde Musul konusunda bir karara varmak üzere Türk ve İngiliz temsilcileri toplandı. Görüşmelerde İngiltere, bırakınız Musul’u, Hakkâri’yi bile istedi. Bunun üzerine herhangi bir antlaşma sağlanamadan görüşmelere son verildi.

24 Temmuz 1924 tarihinden sonra Musul konusu Milletler Cemiyeti’nde görüşülmeye başlandı. İngiltere temsilcisi sorunun asla Musul’la ilgili olmadığını, anlaşmazlık konusunun Türkiye’nin sınırının nereden geçeceğinin saptanması olduğunu, çalışmaların sadece bu yönde yapılması gerektiğini ileri sürdü. Milletler Cemiyeti, İngiltere’nin görüşü doğrultusunda üç kişilik bir komisyon seçti. Bu komisyonda Macar Kont Teleki, Belçikalı Albay Poulis, İsveçli A. Virsn bulunuyordu. Yani durumun vehametine bakınız ki Musul’un kaderini belirlemek için seçilen heyette bir tane Musullu veya Türkiyeli uzman yok ve bu duruma itiraz eden biri de yok!

Komisyon, 1925 yılında çalışmalara başladı. İngiltere komisyonu ve Milletler Cemiyeti’ni baskı altına aldı. Bölgede yaşayan aşiretlere çeşitli vaatlerde bulunuldu. Sonuçta komisyon, 16 Temmuz 1925’de raporunu Milletler Cemiyeti Başkanlığı’na sundu. Rapor varolan koşullar çerçevesinde Musul ve çevresinin Irak’a verilmesi ve İngiliz mandası altında bırakılması gerektiğini belirtiyordu. Milletler Cemiyeti bu rapor doğrultusunda Musul ve çevresinin Irak’a verilmesini ve İngiliz mandası altında bırakılmasını kararlaştırdı. (16 Aralık 1925)

Sorunu kesin çözüme ulaştırmak amacıyla Türkiye, İngiltere ve Irak arasında imzalanan Ankara Antlaşması ile Milletler Cemiyeti tarafından 29 Ekim 1924’te saptanan sınırda Türkiye lehine yapılan küçük bir değişiklikle Hakkâri Türkiye’ye bırakılarak Türkiye ile Irak arasındaki bugünkü sınır belirlendi.

Musul sorununun askeri ve diplomatik boyutu yanında kuşkusuz ekonomik boyutu da ağır basıyordu. Bu coğrafya petrol yatakları yönünden çok zengindi. Attıkları adımlar ve verdikleri kararlara bakılırsa devletimizin ilk dönem yöneticilerinin tutarlı bir enerji politikalarının olmadığı görülmektedir. İngiltere ise, Ortadoğu’daki petrol bölgelerini elinde tutabilmek için var gücü ile çalışmıştır. Doğuda zengin petrol yataklarına sahip Kars ve Artvin’e kadar Türk olan Batum ve çevresi de küçük çıkarlar karşılığında Ruslara (Gürcülere) bırakılmış ve Musul 1914 yılında petrol arama ve işletme imtiyazı almak için İngiliz ve Alman şirketlerinin rekabetlerine sahne olmuştur.

Tarihimizin ve talihimizin dönüm noktası olan 1923 yılına gelindiğinde, Kerkük ve Musul’da hâlâ çok ciddi bir Türk-Türkmen nüfus yaşamakta ve demografik üstünlüğü elinde tutmaktaydı. Yukarıda belirtildiği gibi Lozan Antlaşması’nda Musul’un kaderi, antlaşmanın imzalanmasından sonra, Türkiye ile İngiltere arasında yapılacak özel görüşmelere bırakılmıştı. Bu özel görüşme dönemin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile İngiliz temsilci arasında oldu. Tevfik Rüştü Bey, 7 Haziran 1926 günü TBMM de yapmış olduğu konuşmada; “Musul’un bir jest olarak Irak’a bırakıldığını” belirtmiştir. Evet, ne yazık ki en yetkili ağızların ifade ve itiraf ettiği üzere Musul, bir jest olsun diye terk edildi.

Birinci Bölümün Sonu

KAYNAKLAR:

1) 20 Ocak 1923, Gizli İstihbarat Raporu, No; 1048

2) Bilal Şimşir, a.g.e. s. 443, 27 Ocak 1923, İsmet Paşa’dan Rauf Bey’e

3) TBMM gizli Celse Zabıtları, 1923, 3.Cilt, s. 1267

4) 31 Ocak 1923, Curzon’dan Lindsay’e, Curzon Evrakı.

5) 31 Ocak 1923, Curzon’dan Lindsay’e, Curzon Evrakı, Sevtap Demirci, a.g.e., 113-115

http://www.milligazete.com.tr/koseyazisi/Musul_Lozanda_kaybedilen_vatan/20337#.VOzTyvmsXVs