14 Eylül 2015 Pazartesi

Dersim katliamı









Dersim olayları ve Dersim katliamı nedir ve nasıl meydana gelmiştir? 1937-38 yılında meydana gelen Dersim katliamları bugün gündemi en çok meşgul eden konuların başında geliyor. Peki Dersim olayları nasıl başladı, Seyit Rıza kimdir? Dersim Katliamı hakkında bilinmeyenler haberimizde...


Dersim Olayları veya Dersim Katliamı; Tunceli ili'nde 1937-38 yıllarında merkezi hükumetle Dersim aşiretleri arasındaki anlaşmazlıklar sonucu yaşanan olaylara verilen isimdir. Dersim'de mutlak devlet hakimiyetini sağlamak için Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından harekât düzenlendi. Harekât neticesinde bölgede yaşayan 13.000'den fazla sivil ile 110 asker öldü ve 12.000'e yakın insan zorunlu göçe tabi tutuldu.





Arka plan


Bölge gerek coğrafi yapısı, gerekse merkeze uzaklığı nedeniyle merkezi otoritenin tam sağlanamadığı, ağalık tarzı feodal bağların kuvvetli olduğu bir yapıdaydı. Bu açıdan Osmanlı döneminde de bölgede pek çok ayaklanma yaşanmıştır. Dönemin içişleri bakanlarından Şükrü Kaya 1876 yılından beri bölgeye 11 askeri harekat düzenlendiğini; ancak bir çözüm sağlanamadığını belirterek[5], bölgenin bu alandaki geçmişini ortaya koyar. Dersim ayaklanmaları olarak adlandırılan, bölgedeki isyanlar arasında bir öncekisi 1916 yılında meydana gelmiştir.


Ermeni Tehciri sırasında da bazı Dersimli Alevi Zaza aşiretler, Dersim Ermenilerini Osmanlı hükumetine teslim etmeyi reddetmiş ve Ermeni kaynaklarına göre 20.000 ile 36.000[7] arası, Dr. M. Nuri Dersimi'nin anılarında yazdığına göre binlerce[8] savunmasız Ermeni ailesinin güvenli olarak kaçmasını sağlamışlardır. Dersimlilerin 1915 Ermeni Tehciri sırasında takındıkları tutum onların imhasında ayrı bir rol oynamıştır. Yine Nuri Dersimi'ye göre, 1915'te çevre vilayetlerden 30.000'den fazla Ermeni sığınmaları için Dersimliler tarafından Dersim'e getirilmiştir.


Bunun yanında Rus işgaline karşı Dersimliler, Osmanlı hükumeti ile bir anlaşma yaparak özerklik vaadi içinde "savunma savaşı"na girerler. Osmanlı idaresinden aldıkları silah-mühimmatla, doğrudan Osmanlı ordusunun emrine girmeden Ruslara karşı durma karşılığında Dersimlilere "bağımsız çatışma hakkı" tanınır. Ruslar geri çekildikten sonra Osmanlı idaresi tarafından Dersimlilere ve bu aşiretlere madalya ve hediyeler verilir. Seyit Rıza ise ayrıca ödüllendirilerek Erzincan'da "İl İdaresi Üyeliği"ne atanır. Dönemin Erzincan valilerinden Sabit Bey yazdığı bir mektupta -Seyit Rıza ile ilgili olarak- "şimdiye kadar bize din ve namusuyla hizmet etti" ifadesini kullanır. Dersim olaylarının meydana gelmesinde Dersim aşiretlerinin ve önde gelenlerin Ermeni Tehciri'nde Ermenileri kurtarmış olmalarının, Rus işgaline karşı kendilerine vaat edilen özerklik durumları ile daha önceki Koçgiri İsyanı'nın etkisi olduğu düşünülür.


İsyancılar, Şeyh Hasan aşiretine mensup olan Abasan Aşireti reisi Seyit Rıza önderliğinde, askere gitmek ve vergi vermek istemeyen diğer aşiretlerce de desteklenenince yaklaşık 6.000 kişilik bir grup isyancılara katılmıştır.


Dersimlilerle ilgili raporlar


1920'lerin ikinci yarısından sonra Dersim bölgesini tanımaya yönelik pek çok rapor hazırlanmıştır. Özellikle Hamdi Bey'in 2 Şubat 1926 tarihli raporu, "Dersim gittikçe Kürtleşiyor, mefkureleşiyor, tehlike büyüyor. Dersim, hukumeti Cumhuriyet için bir çibandır. Bu çiban üzerinde kati bir ameliye ihtimalatı elimeyi önlemek, selameti memleket namına farzı ayindir" tespitiyle başlıyordu. İsmet İnönü "Doğu raporları"nda "Erzincan beyleri Dersimlileri maraba adıyla çalıştırıyorlar. Bu bir nevi Erzincan beylerinin Kürt himayesine sığınmasıdır", Genel Müfettiş Cemal Bardakçı, "Dersim'deki huzursuzluğun sebebi açlıktır", Fevzi Çakmak ise "Dersimlileri askere almayın, silah kullanmayı ve savaş taktiklerini öğrenirlerse bize saldırırlar" diyecektir. Fevzi Çakmak aynı zamanda, Dersimlilerin okşanmakla kazanılamayacığını, silahlı kuvvetlerin müdahalesinin Dersimli'ye daha çok etki edeceğini bildirmiştir.


Raporlarda en çok üzerinde durulan noktalar ise, aşiretlerin birbiriyle olan ilişkileri, hangi aşiretin hangi dili (Zazaca, Türkçe) konuştuğu, aşiret yapıları, Dersimlilerin gelenek ve görenekleri, aşiretlerin coğrafi sınırları ve nüfuzları, Dersim'in stratejik noktalarıdır. Bunlar üzerine raporlar sunulmuştur ve başarılı bir Dersim Harekâtı için gereken önlemler bu raporlarda tespit edilmiştir.


Tunceli Kanunu


25 Aralık 1935 tarihinde, 2884 sayılı Tunceli Vilayeti'nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı ve 4 Ocak 1936 tarihinde Dersim Vilayeti'nin adı Tunceli Vilayeti oldu.


Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükûmet otoritesi kurulamadı.


Dördüncü Umumi Müfettişlik


Dinî ve etnik azınlıkların Türkleştirilmesi sürecinde otoriteyi sağlamlaştırmak amacıyla TBMM 1164 sayılı ve 25 Haziran 1927 tarihli kanunu çıkardı. Bu kanuna göre kurulan umumi müfettişliklerin geniş yönetsel, askerî ve yargısal yetkileri vardı. 1 Ocak 1928 tarihinde Diyarbakır, Elâzığ, Urfa, Bitlis, Van, Hakkâri, Siirt ve Mardin illerini kapsayan ve merkezi Diyarbakır'da bulunan Birinci Umumi Müfettişlik kuruldu. Ve Trakya'da yaşanan pogromlardan önce 19 Şubat 1934 tarihinde, Kırklareli, Edirne, Tekirdağ ve Çanakkale illerini kapsayan ve merkezi Edirne'de bulunan İkinci Umumi Müfettişlik kuruldu 25 Ağustos 1935 tarihinde Ağrı, Kars, Artvin, Rize, Trabzon, Gümüşhane, Erzincan ve Erzurum illerini kapsayan ve merkezi Erzurum'da bulunan Üçüncü Umumi Müfettişlik kuruldu. 6 Haziran 1936 tarihinde tarihî Dersim Bölgesi (Tunceli, Elazığ ve Bingöl) ni kapsayan ve merkezi Elazığ'da bulunan Dördüncü Umumi Müffetişlik kuruldu ve Umumi müfettişliğe Korgeneral Abdullah Alpdoğan atandı.


1936 yılında açılan dördüncü umumi müfettişliğin başına getirilen Korgeneral Abdullah Alpdoğan, mahkeme kararlarını imzalamaya, düzeni ve güvenliği sağlamak açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi. Mustafa Kemal Atatürk, 1 Kasım 1936 tarihinde yaptığı TBMM konuşmasında Dersim'deki ağalık düzeni sorununu Türkiye'nin en önemli iç sorunu olarak tanımladı.


Öte yandan Hasretyan'ın kitabında yer alan bilginin aksine Atatürk'ün 1 Kasım 1936 tarihli TBMM konuşmasında toprak ile ilgili konuşurken "Dersim" hatta "ağalık düzeni" bile dememiştir. Günümüz Türkçesi ile bu bölüm:


Toprak Kanununun bir sonuca, varmasını, Kamutayın yüksek çalışmalarından beklerim. Her Türk çiftçi ailesinin geçineceği ve çalışacağı toprağa sahip olması, kesinlikle gereklidir.Vatanın sağlam temeli ve imarı buna dayanır. Bundan başka, büyük araziyi modern araçlarla işletip vatana fazla üretim sağlanmasını da özendirmek isteriz.


İsyan


Harekatı Tetikleyen Olaylar


İhsan Sabri Çağlayangil'e göre, 1937 yılında Atatürk Singeç Köprüsü'nün açılışını yapmak üzere Dersim'e gelecekti. Bu köprünün bir ucunda güvenliği sağlamak amacıyla bir askeri karakol bulunuyordu. İsmail Hakkı adlı bir teğmen'in komutasındaki karakola isyancılar tarafından saldırı düzenlendi. Karakol yakıldı ve 33 askerin tümü öldürüldü.


27 Mart 1937 tarihinde Tunceli-Erzincan yolundaki bir köprü Haydaran ve Demanan aşiretleri tarafından yakılır. Diğer Türk Birlikleri ile bağlantı kurulmasın diye Dersimli gruplar tarafından bölgenin telefon hatları kesilir. Jandarma birliklerine pusu kurulur. Pax bucağı karakoluna baskın düzenlenir. Seyit Rıza bizzat Sin Karakolu'nun da basılması için asi milislere emir verir. Bölgedeki 9. Seyyar Jandarma Taburu'na da baskın düzenlenir. Kendi vatandaşlarından kurulu düzensiz gerilla kuvvetlerine karşı savaşmak üzere eğitilmemiş ve bu yönde bir hazırlığı olmayan askeri kuvvetler kendilerini korumakta zaafiyet içine düşerler. Birçok askeri birlik basılarak askerler öldürülür ve yaralanır. Asiler Mazgirt Köprüsü'nü tahrip ederler.


Askerî harekât


Birinci Dersim Harekâtı


Mustafa Kemal Atatürk ve Sabiha Gökçen (17 Kasım 1937, Pertek Halkevi'nin önünde).


Sabiha Gökçen'e bir röportajında Atatürk'ün olaylara bakış açısı ve bölgeye ne zaman geldiği sorulmuş ve bunun üzerine Gökçen şunları ifade etmiştir: "1937 sonlarına doğru. Pertek'te bir köprü yapılmıştı, onun açılışı dolayısıyla Atatürk gelmişti. Yani bu mevzular görüşülmüyordu. Arazide geziler yapıyorduk bazen Atatürk ile. Ben gösteriyordum yerleri, şurası şudur burası budur diye."


General Abdullah Alpdoğan'ın düzenlediği ilk harekât başarısızlıkla sonuçlandı. Aşiretler ise bunun verdiği moralle tamamen silahlandı. Bu yüzden isyanı bastırmak iyice zorlaştı. Abdullah Alpdoğan yanına aldığı 50.000 asker (üç kolordu ) ile bölgeye gitti fakat dağları bir türlü aşamadı. Bunun sonucunda bir hava saldırısı gerektiğine karar verdi. Gerekli onayı alınca Sabiha Gökçen'i davet etti. Sabiha Gökçen de kabul edip Hava Kuvvetleri'nden 3 uçak filosu ile havadan saldırı gerçekleştirdi. İsyancıların saklandıkları en büyük yer olan Laş mevkiini bombaladı.


Seyit Rıza.


Yapılan harekât başarılı olmayınca, askerler bölgeye girmeyi başaramadı. 13 Eylül 1937'de anlaşmaya çağrılan Seyit Rıza tutuklandı. Askeri harekâttan sonra yapılan yargılama 15 Kasım 1937'de sona erdi. 11 kişi idama mahkûm oldu, fakat yaşların geçkin olmalarından dolayı içlerinden dördü hakkında idam cezası 30 sene ağır hapse tahvil edildi.


Bir jandarma ve Reyber (Rêber Qop)


10-12 Eyül 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza barış görüşmesi için Erzincan Vilayet konağına geldi ve o arada tutuklandı.[29] Ertesi gün, Elazığ'da bulunan Umumi Müfettişliğe nakledildi ve 15 - 18 Kasım 1937 tarihleri arasında Seyit Rıza ve Halvori gözeleri'nde toplantı yapan 6 kişi idam edildi. Çok sayıda ayaklanmacı değişik hapis cezalarına çarptırıldı.


Asılan kişiler şunlardır:


Seyit Rıza


Resik Hüseyin (Seyit Rıza'nın oğullarından, 16 yaşında)


Seyit Hüseyin (Kureyşan-Seyhan aşiret reisi)


Fındık Ağa (Yusfanlı Kamer Ağa'nın oğlu)


Hasan Ağa (Demenan aşiret reisi Cebrail Ağa'nın oğlu)


Hasan (Kureyşanlardan Ulkiye'nin oğlu)


Ali Ağa (Mirza Ali'nin oğlu)


Mahkeme


17 Kasım 1937 tarihinde Mustafa Kemal, Diyarbakır'dan Elâzığ'a geldi ve Tunceli'nin Pertek kazasına geçerek Murat Nehri üzerindeki Singeç Köprüsü'nün açılış törenine katıldı.[33][34]


İkinci Tunceli Harekâtı


Ancak olaylar durulmadı ve 1938'de Kureyşan aşireti intikam için diğer aşiretleri silahlanmaya davet etti.


Başbakan Celal Bayar (görev süresi: 25 Ekim 1937 – 25 Ocak 1939) Dersimli isyancılara karşı saldırıyı onayladı ve İkinci Tunceli Harekâtı (2 Ocak - 7 Ağustos 1938) başlatıldı.


Üçüncü Tunceli Harekâtı


10-17 Ağustos 1938 tarihinde Üçüncü Tunceli Harekâtı düzenlendi.


Temizleme harekâtı


6 Eylül'de başlayan temizleme operasyonları 17 gün boyunca devam etti.[36] Direniş amacıyla kırsal alanda kalanların direnişi ise 1948'e kadar sürmüştür.


Harekât sırasında basın üzerinde baskı vardı, 13 Eylül 1938 tarihinde Dersim'de zehirli gazlarla katliam yapıldığı yönünde haber yapan Köroğlu adlı bir gazete hemen kapatıldı. Harekâtın lehinde yayın yapmak ise bir süre sonra serbest bırakıldı.


Hava kuvvetleri


Muhsin Batur, Dersim üzerinde yaklaşık iki ay görev yaptı. Fakat hatıralarında okurlarından özür dileyerek hayatının o bölümünü yazmayacağını açıkladı. Nuri Dersimi, Türk hava birimlerin zehirli gaz bombasını attığını aktardı. Sabiha Gökçen ise, olaylarla ilgili olarak 1956 yılında Halit Kıvanç'a verdiği bir röportajda; "Canlı ne görürseniz ateş edin! emrini almıştık. Asilerin gıdası olan keçileri dahi ateşe tutuyorduk" demiştir.


Harekâtın sonuçları


Dersimliler


Hukukçu yazar Hüseyin Aygün, Dersim Harekâtı ve sonuçları hakkında bugüne kadar yapılmış en kapsamlı bir araştırma olarak nitelendirilen Dersim 1938 ve Zorunlu İskân adlı kitabında, isyanın açıkça kışkırtılarak çıkarıldığını, Cumhuriyet dönemi ayaklanmaları içerisinde sivillere yönelik eziyetin ve kıyımın en şiddetlisine uğradığını, ardından da isyancılarla beraber aileleri ve hatta isyana iştirak etmeyenlerin eziyete ve kıyıma maruz kaldığını, binlerce sivil vatandaşın öldürülmüş ve kalan on binlercesinin de sürgün edilmiş olduğunu belirtmiştir.


Bölgeden Ankara'ya gönderilen raporlarda kadın ve çocuklar dahil olmak üzere insanların zehirli gaz ve yangın bombaları kullanılarak imha edildiği yazılmaktadır. 30 Mart 1937'de, Tunceli Valisi Abdullah Alpdoğan'ın Başbakanlığa yazdığı yazının 2. maddesinde şu yazı geçmektedir: "Tayyare Alay Kumandanından yangın ve Milli Müdafaa'dan yakıcı ve boğucu gaz bombaları istedim.


Askerî harekât, her ne kadar bazı aşiretleri sürgün etse de, harekât 1938 yılının sonuna doğru sona ermiştir. Harekât sonucunda 13.160 ile 40.000 arasında sivil ölürken, 2248 hane, 11.818 kişi başka yerlere sürgün edilmiştir.


Güncel gelişmeler


Dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, 23 Kasım 2011 günü yaptığı konuşmada, 9 Ağustos 1939 tarihli bir belgede Dersim'de 13 bin 806 kişinin öldürüldüğünün ifade edildiğini belirtmiş ve Dersim'de yaşananlar için; "eğer devlet adına özür dilenecekse, böyle bir literatür varsa ben özür dilerim, diliyorum" diyerek "devlet adına" özür dilemeyi kabul edebileceğini belirtmiştir. Başlangıçtan Günümüze Dersim Tarihi kitabının yazarı tarihçi Ali Kaya'ya göre, harekatın sorumlusu dönemin Başbakanı Celal Bayar'dır. Asıl yaşanan büyük olayların daha çok 15 Mayıs-15 Eylül 1938 tarihleri arasında meydana geldiğini belirten Ali Kaya, Atatürk'ün o dönemde ciddi olarak hasta olduğunu, doktor raporlarının bulunduğunu ve Atatürk'ün son gelişmelerden haberi olmadığını ileri sürmüştür. 12 Kasım 2014'te CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu "Acı duyan herkesten, ölen her insandan, sürgün edilen her insandan CHP adına da özür diliyorum" diyerek olan olaylarla ilgili partisi adına özür diledi


http://www.haberkita.com/siyaset/dersim-olaylari-nedir-ve-dersim-katliami-seyit-riza-kimdir-h238626.html





DERSİM KATLİAMINI YAZAN TEK İSİM NECİP FAZIL’DIR


Bu ülkenin nasıl zorlu bir geçmişi olduğunu biliyoruz ama yine de 1938 nere 2012 nere! Bu ülkede sosyologlar, siyaset bilimciler, bu meseleyle ilgilenir görünen çok kişi var ve Dersimliler de bilinçlidir üstelik. Nasıl olmuş da tanıklar henüz hayattayken kimse sözlü tarih araştırması yapmamış?


KG: 1940’lar dünyasında ve sonrasında Dersim üzerine yazma cesareti gösteren tek kişi Necip Fazıl Kısakürek’tir. Enteresandır hem Kemalistlere karşıdır, hem milliyetçidir ama bu, kaba bir durum değildir, mazlumlardan yana bir hassasiyeti olduğu kesin. Çünkü mesela sadece Atatürk’ü sorumlu tutmuyor, Bayar’ı da öbürlerini de sayıyor. Normal koşullarda bir mahkeme olsa İnönü’den Bayar’a bunlar Divanı Harp’te insanlık suçu işledikleri için yargılanırlardı, diyor. Tanıkları dinliyor ve çok etkilenip yazıyor. Said-i Nursi’nin talebeleri de harekâtta subay olarak görevlendirilirler ama oraya gittiklerinde bambaşka bir manzarayla karşılaşınca vicdanen rahatsız olup Said-i Nursi’ye yazıyorlar, biri Hulusi Yahyagil’dir mesela.


NG: Resmi tezleri doğrulayan çalışmalar var daha çok. Sol çevreler de orada bir Kürt ayaklanması olduğunu söyler, Nuri Dersimli’yi referans alarak. Ama bu ülkenin aydınları akademisyenleri gazetecileri de maalesef resmi tezin memurları gibi. Bir subayın, öldürdüğü insanlarla ilgili yazdığı üç satırlık raporu belge zanneden, bunu sorgulamayıp üzerine tarih yazan insanlar bunlar. Biz bu sözlü tarih çalışmasına başladığımızda bize, belge var mı diyorlardı. Biz “en büyük belge insandır” diyerek çalıştık.


Tanıkların yaşları ilerlemiş vaziyette, bir on yıl sonra bu çalışma yapılamayacaktı belki de.


Dersim’in kızları 72 yıl sonra bu çalışmaya konuşmamış olsalardı muhtemelen bugün Dersim bu düzeyde


tartışılmayacaktı. Bu çalışma sonrasında Onur Öymen bir şey söyledi, Başbakan konuştu. Köklerinden koparılan kızlar herkesin Dersim’e farklı yaklaşmasını sağladı. Bunun için minnettarız konuşan kadınlara.


http://www.timeturk.com/tr/2012/12/17/dersim-katliami-ataturk-un-bilgisi-ve-izniyle.html





NECİP FAZIL’IN DİLİNDEN DERSİM KATLİAMI!


(Son Devrin Din Mazlumlari, Büyük Doğu Yayınları 10. Basım, Nisan 1990, adlı kitabının DOĞU FACİASI bölümünden aynen alıntılanmıştır.)


En aşağı 50.000 müslümanın kanını ve canını ihtiva etmesi bakımından, kalın hatlarıyle bir harita gibi çizdiğimiz ve şu anda yalnız ana prensip ve mânasıyle tesbit ettiğimiz bu facianın, tarihte bir benzeri gösterilemez.


Babalarını arayan ve yanına gitmek istediklerini söyleyen iki mâsum çocuğun Hozat Kaymakamı tarafından süngületilerek babalarının yanına gönderilmesi… Kendisinin öğretmen ve köy halkıyle alâkasız bir şahıs olduğunu iddia ederek alevler içinden fırlamak isteyen bir gencin, kalasla itilip alevler içine atılması ve karşı -sında sigara içilmesi… Buğday sapları üstünde yakılan, daha evvel kurşunlanmış bütün bir köy halkı… Annesinin karnından sivri uçlu âletle çıkartıldıktan sonra yaşamakta devam eden ve hala topuğunda bu sivri uçlu âletin izini taşıyan çocuk… Bir dere içinde boğazlanan ve bu fiili yerine getiren cellâdın bulunması bir hayli zorluğa yol açan yirmi mâsum… Ve buna benzer daha neler, dalıa neler!..


Cesetleri değil, mânaları muhakeme ve idam eden tarih, bakalım bu 50.000, çocuk, genç, ihtiyar, kız, kadın, hasta, alil müslüman cesedine karşılık kaç ferdin mânası üzerinde ebedî idam karari verecektir?


Elâzığ Ortaokulunda okuyan iki çocuk… Tatili geçirmek üzere memleketleri olan Hozat’a geliyorlar ve facianın tam üstüne düşüyorlar. Hozat yakınlanndaki köylerine geldikleri zaman babaları Yusuf Cemil’in öldürtülmüş olduğunu öğreniyorlar ve ağlama ya başlıyorlar. Onlara şu karşılık veriliyor:


“- Sizi de onun yanına götüreceğiz!”


Çocuklar odadan sürükletilerek çıkartılıyor ve jandarma muhafazasında gittikleri yolda süngületiliyorlar. Böylece babalarnin yanına gönderilmişlerdir.


Her evi ayrı ayrı tutuşturulduktan sonra dört bir etrafı ayrıca çalı çırpı içine alınıp alev alev yakılan bir köyden, deli gibi bir adam çıkıp, çalı yığınları gerisinde manzarayı seyredenlere doğru ilerliyor ve haykırıyor:


“Durun, ben köy ahalisinden değilim! Muallimim! Müsaade edin, kendimi size isbat edeyim!”


Fakat sözüne mukabele, bir kalasla itilerek alevler içine atılması oluyor. Adam, evvelâ göğsünün kılları tutuşarak alev alev yanarken, çalı yığınlari gerisinde âmir, zevk ve istihza ile sigarasını içmektedir. (Bu vak’a, bana, 1944 yılında,Eğridir’de askerliğimi yaparken, resmî şahıslar huzurunda, yanan adama karşı sigarasını zevkle içtiğini söyleyen Amirden bizzat dinleyenlerce anlatılmıştır.)


Yusuf Cemil’in köyünden 200 kadın ve çocuk öldürtülmüş ve bunların cesetleri buğday sapları üzerinde yakılmıştır. Öldürülenler arasında, Elâzığ’da askerliğini yapan ve o sırada izinli olarak köyünde bulunan Rüstem adında biri de vardır. Bu zavallı, mezun olduğunu ve isterlerse hüvviyet ve izin kâğıdını da gösterebileceğini söylediği halde derdini dinletemiyor ve dört çocuğu ile seksenlik anası arasında, onlarla berabır, kurşunlanıyor.


Hozat’ın Karaca köyünden Cafer oğlu Kasım… Bu adam, o tarihten 30 sene kadar evvel Amerika’ya gitmiş, orada 15 yıl kalmış, epeyce para kazanmış ve sonra köyüne dönmüştür. Kasım, Amerika dönüşünde, Birinci Dünya Harbinde Kafkas cephesi


Köprüköy muharebesinde şehit düşen kardeşi Yüzbaşı Şükrü’nün iki çocuklu karısı Şirin Hatun’la evlenmiş, Hozata gelip yerleşmiş, orada bir mağaza açmış ve ticarete başlamıştır. Hükûmetle de bazı taahhüt işlerine girişmektedir. Dersim hareketi esnasında, işbu Cafer oğlu Kasım, taahhüt bedelinden alacağı olan 6.000 lirayı tahsil etmek üzere Ovacık Kaymakamlığına müracaat ediyor. Muamelesini tekemmül ettirip parayı kendisine veriyorlar.


Muamele biter bitmez “Seni Hozat’tan çağırıyorlar!” diyerek,onu, mahfuzen yola çıkariyorlar. Cafer oğlu Kasım, kasabadan ayrıldıktan bir saat sonra jandarmalara öldürtülüyor. Koynundaki 6.000 lira da, iki alâkalı idare âmiri arasında taksim ediliyor.


Zavallının zevcesi Şirin Hatun, o esnada, dört çocuğuyla birlikte, komşularına oturmaya gitmiştir. Kadın, evine döndüğü zaman bir de görüyor ki, kapısı kırılmiş ve bütün eşyası etrafa dökülüp saçılmıştır. Haykırmaya başlıyor:


“- Yetişin, evimize eşkiya girdi!..”


Bu feryadına karşılık olarak kadın, kapısının önünde, çocuklarıyla beraber öldürülüyor ve dolgun miktarda altını, parası ve eşyası yağma ediliyor.


Bu arada Hozat’ın Zımbık köyünde (Şekspir)in hayaline bile taş çıkartacak, bir vak’a cereyan etmektedir. Erkekleri tamamıyle doğranmış olan köyün 100 kadar kadın ve çocuğu, sivri uçlu âletle (süngü) öldürülüyor.Oldurulen kadinlar arasinda biri doğurmak üzere bir gebedir. Bu kadının karnına giren sivri uçlu alet, barsaklarını yere döküyor, rahmini parçalıyor ve kendisini öldürüyor. Tehlike geçtikten sonra gizlendikleri yerden çıkan birkaç kadın, ölüleri gözden geçirirken, bu kadının rahminden düşen çocuğun sag olduğunu dehşetler içinde görüyorlar. Muazzam bir kader cilvesi olarak yaşamakta devam eden çocuğu alıyorlar,emzirtip büyütüyorlar ve ona “Besi” adını koyuyorlar. Bu kız bugün hâlâ aynı köyde ve hayattadır. Sivri uçlu alet annesinin karnına girip rahmini deldiği zaman da onun topukçuğunda bir yara açmıştır ve kız hâlâ bu yarayı topuğunda taşimaktadır.





(24 yil evvelki Büyük Doğu ‘lardan)


Hozat’ın Dolantanır köyünden Veli isminde bir genç, Elâzığ Muallim Mektebinde okuduktan sonra öğretmen olarak Trakya’ya gönderilmiş, orada evlenmiş, 3 çocuk sahibi olmuş ve tam da Dersim hareketi başlamak üzereyken, karısı ve çocuklarıyle, yaz tatilini geçirmek üzere köyüne gitmiştir. Genç muallimin köyü, erkekli ve kadınlı, çocuklu ve ihtiyarlı doğranırken, kendisi, karısı ve çocukları da aynı âkıbete mahkûm edilmiş ve cesetleri yakılmıştır.


Mazgirt Tersemek nahiyesinin halkı doğranmakta… Merhamet sahiplerinden biri, birle on yaşı arasında 20 kadar çocuğu alıp bir derenin içine saklamıştır.Vazivet birden haber aliniyor.


Cocuklarin oldurulmeleri emriveriliyor. Fakat bu emri yerine getirebilecek kimse zuhur edemiyor. En katı yürekliler bile, böyle müdafaasız mâsumlara silâh kullanamayacaklarını söylemeye mecbur kalıyorlar. Tecrübe birkaç defa akamete uğruyor ve hayli sıkıntı mevzuu oluyor. Nihayet en kara yüzlü çingenelerden daha karanlık suratlı bir adam bulunuyor ve bir dere içinde titreşe titreşe bekleyen 20 mâsumun işi bitiriliyor.


Murat suyunun kandan kıpkızıl aktığını görenler olmustur.


Celâl Bayar’ın Başvekil ve Mareşal Fevzi Çakmak’in Genelkurmay Başkanı bulunduğu 1938 yılında cereyan eden Dersim faciası, bütünleştirilmesini okuyucularimizin hayaline ve istikbaldeki tarihçinin kalemine bıraktığımız birkaç teferruat çizgisi halinde budur! Dayandığı tek sebep de birtakım âsâyişsizlik ve itaatsizlik bahanesi altında, bütün Doğu Anadolu’yu kapsayıcı olarak, o mıntıkanın bir türlü sulandırılamayan koyu İslâmi rengidir.


Bir kıvılcım halinde gösterdiğimiz Dersim yangınının kömürleştirilmiş 50.000 cesedinde, kutup şahsiyetler dışı bir yığın olarak din mazlumluğuııun en çarpıcı levhasını seyredebilirsiniz.


https://habermerkezi.wordpress.com/2009/11/16/necip-fazilin-dilinden-dersim-katliami/





ATATÜRK VE DERSİM GERÇEĞİ


Atatürk, Dersim katliamının planlayıcısıdır. O güne kadar yapılan tüm planlamaların hepsi onun bilgisi dâhilindedir. Hazırlanan raporlar doğrudan ona gitmiştir. Değerlendirmeleri ve planlamaları yapan bizzat kendisidir. Emekli General Osman Pamukoğlu bir demecinde, “Dersim harekâtından Atatürk’ün haberi yoktur demek hakarettir, harekâtı planlayan Mustafa Kemal’dir” demiştir. Atatürk’ün Dersim ilgisi sadece bu kadar değildir. Manevi kızı Sabiha Gökçen’i ilk kadın savaş pilotu olarak görevlendirmesi ve görevlendirme sırasında yaptığı konuşma, Atatürk’ün rolünü göstermesi açısından önemlidir


Dersim Katliamı emrini bizzat Atatürk verdi (Belge)


Gazeteci Nevzat Çiçek Dersim Katliamının emrinin Mustafa Kemal tarafından bizzat verildiğini gösteren belgeyi yayınladı.Çiçek, Seyit Rıza’nın asılmadan önce Atatürk’le görüştürüldüğünü iddia ediyor….


Dersim meselesinin tartışılırken bazı çevreler kasıtlı olarak gerçeklerin üstünü örtmeye çalışıyor. Dersim Katliamı’nın baş aktörü olan Mustafa Kemal Atatürk’ün rolünü görmezden gelmektedirler. Dahası bu çevreler Mustafa Kemal’in Dersim Katliamı’ndan bihaber olduğunu, “Mustafa Kemal yetişseydi Seyit Rıza ve arkadaşlarının idamını durduracaktı” yalanını topluma yutturmaya çalışıyorlar.


Oysa biz biliyoruz ki Dersim Katliamı’nın emrini veren, Dersim Harekatını bizzat yöneten Mustafa Kemal’in ta kendisidir.1934 İskan Kanunu, 1935 Tunç-eli Kanunu ve 4 Mayıs 1937 tarihli Tunceli Tenkil Harekatına Dair Bakanlar Kurulu Kararı bizzat Mustafa Kemal’in emriyle çıkarılmıştır. Bu karar ve kanunların altında Mustafa Kemal’in imzası vardır.


4 Mayıs 1937 günü Dersim’in kaderini belirleyen bakanlar kurulu toplantısına Atatürk başkanlık etmiştir. 4 Mayıs’ta alınan bu kararla Dersim Tertelesi başlamıştır. Trabzon Atatürk Köşkü’nde bulunan haritanın üzerinde asılan yazıda Atatürk’ün Dersim Harekatını bizzat yönettiği yazılmaktadır. Harita Dersim bölgesi işaretlenmiştir. Askeri planlar bizzat M.Kemal tarafından çizilmiştir. Sabiha Gökçen’de anılarında Dersim’i bombalama emrini Atatürk’ün verdiğini anlatmaktadır.


Kırmanciya Beleke dergisi Mayıs 2010 tarihli 4. sayısında konuyla ilgili bir makale çıktı. Makalenin yazarı Kırmanciya Beleke dergisinin Genel yayın yönetmeni Serhat Halis.Halis, makalesinde Seyit Rıza ile Atatürk’ün görüştüğünü yazmakta. İddiasını verdiği çarpıcı örneklerle ve döneme ilişkin yazılan anılar ve gazetelerde yer alan bilgilerle güçlendirmektedir. Şimdi Kırmanciya Beleke dergisinin Mayıs 2010 tarihli sayısında Serhat Halis’in makalesinden bazı bölümlere göz atalım:


Kemal 12 Kasım 1937 günü Ankara’dan özel beyaz treni ile “Doğu Gezisi” ne başlar. İlk durağı Sivas’tır. 13 Kasım’da Sivas’ta bulunan M. Kemal, 14 Kasım’da Malatya’ya geçer. Malatya’da gerçekleştirdiği ziyaretlerin akabinde Saat 14.00’da Malatya’dan Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıkar. M. Kemal’in resmi olarak Malatya’dan sonra yol üstündeki Elazığ’a değil de, önce Diyarbakır’a geçmesi ve ters bir şekilde Diyarbakır’dan sonra Elazığ’a uğramasının sebebi, Seyit Rıza’ların idamlarının yarattığı etki geçtikten sonra Elazığ’da olmak istemesinden başka bir şey değildir. Bakın bu konuyu Çağlayangil kitabının belirli bölümlerinde birkaç defa nasıl ifade etmiş;“Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer Bey bana diyor ki ‘Atatürk, Singeç Köprüsü’nü açmaya gidecek. Dersim harekatı bitti. Beyaz donlu altı bin doğulu Elazığ’a dolmuş. Atatürk’ten Seyit Rıza’nın hayatını bağışlamasını isteyecekler. Beyaz donluların Atatürk’ün karşısına çıkmalarına meydan vermeyelim.’” (İhsan Sabri Çağlayangil, Anılarım, s. 49, Yılmaz Yn), “Oysa, biz mahkemenin kararını Atatürk gelmeden evvel vermesini ve geldiğinde Seyit Rıza meselesinin kapanmış olmasını istiyorduk. Ben bunu halletmek için Hükümet tarafından buraya gönderilmiştim.” (age. s. 50)


“Fakat biz bu işleri belki zamanında halledemeyeceğiz diye, Atatürk bir gün sonra Elazığ’a geldi.” (age. s. 52)


http://www.basakder.org.tr/haber-4542-dersim_katliami_emrini_bizzat_ataturk_verdi_belge_.html











Dersim tartışmalarına DP'nin eski lideri ve Celal Bayar'ın son avukatı Hüsamettin Cindoruk da katıldı. Cindoruk'un anlattığına göre Dersim'i "vur" emri Atatürk'ten geldi.


"Dersim Cumhuriyet'in zorbalığıdır" diyen Cindoruk, "hükümetler gelip geçicidir. Hukuken mühim olan Meclis'in kolektif özrü" görüşünde. Radikal'den Ezgi Başaran'a konuşan Cindoruk, olayda herkesin sorumluluğunun olduğunu iddia etti.


Bayar'ın 25 yıl avuktalığını yapan Cindoruk, rahmetlinin Dersim'le ilgili kendisine söylediklerini aktardı:


"Cumhuriyet Milli Misak sınırları içerisinde tamamen egemen olmuştu. Hakkari dahil, Trakya dahil bütün ülkede Cumhuriyet egemendi, bir tek Tunceli dışında. Tunuceli'deki mütegallibe Tunceli'yi Cumhuriyetin dışında tutuyordu. Polis, jandarma oraya giremiyor, vergi alamıyordu. Coğrafyası böyle bir direnmeye çok müsaitti. Bunu aşmak için çok uyarı yaptık, kanunlar çıkardık ama olmadı. Atatürk sonunda bize vurun dedi, vurduk. Tenkir ve tedip ederek Cumhuriyet topraklarına Tunceli'yi kattık." Aynen böyle anlatmıştı.


"Atatürk'ün bilgisi yoktu" diyenlere Cindoruk, "Başka bir karine daha Sabiha Gökçen'dir. Kendisi askeri pilot da değildi. Sizce Atatürk'ün manevi kızı olarak onun bilgisi dışında böyle bir harekata katılması mümkün mü?" diye cevap verdi.


"Dersim'e yapılanlar baştan aşağı haksızlıktır" diyen Cindoruk, DP'nin de sorumlu olduğunu şu sözlerle dile getiriyor: Evet belki CHP egemen partiydi ama o sırada


"Evet, belki CHP egemen partiydi ama o sırada sadece İnönü ve Bayar mı var? Menderes, Köprülü milletvekili. Demokrat Partili bir sürü vekil var. Eğer orada bir siyasi mesuliyet varsa, herkesindir. Sadece CHP’nin değil, Demokrat Parti’nin de."






@Mustafa1SENYURT