25 Kasım 2020 Çarşamba

6284 kadını korumuyor ve aileyi yıkıyor!









İddia edilenin aksine, İstanbul Sözleşmesi ve 6284 öncesinde Kadın cinayetleri daha düşüktü! Şiddetin asıl sebebi: Boşanma evresi ve sonrası, yasa ve yargı yoluyla erkeğe uygulanan psikolojik şiddettir. islam'ın emrettiğini yasaklamak fitne üretir!


neden kadınlarla ilgili paylaşım yapıyorum!; kadın bozulunca toplum bozulur. onun için kadını bozmak için uğraşıyorlar. kadınların bozulmasının ilk nedeni erkeklerle çalışmaktır! #İstanbulSözleşmesiRezalettir Kadınların Çalışmasının Topluma Verdiği Zararlar! http://mustafa1senyurt.blogspot.com/2016/01/kadnlarn-calsmasnn-topluma-verdigi.html


İstanbul Sözleşmesi istismar ediyor!! Feminizmin amacı; Aileyi dağıtmak, Evliliği bitirmek, Cinsiyeti bozmak, Zinayı çeşitlendirip yaymaktır! islam'da kadın erkek eşit değildir! islam'da kadın kocasına (meşru işlerde) itaat ederse saliha kadın olur


KADIN'A ŞİDDETE KARŞIYSANIZ EĞER; önce ahlakı bozanlara engel olun. kadına şiddet varsa eğer; erkek yada kadın Allah'ın emirlerine tam uymuyor demektir. iki dünyada da mutlu olmak istiyorsanız. eşinizle birlikte Allah'ın emirlerine uyacağınıza söz verin


56 genelevinde 3000 kadın vizeli, 750 bin kadın evlerde satılıyor. pavyon ve barlarda 2 milyondan fazla kadın, 500 binden fazla kadın lüks otellerde zenginlere yem ediliyor. Hiç bunları sorun eden feminist kadem'ci gördünüz mü?! -alıntı-


işten çıkartılan kadın, 6 ay işsizlik maaşı aldıktan sonra maaşı kesiliyor. boşanan kadın 1 gün evlilik yapıp boşanmak istediğinde (zina yapsa bile) süresiz nafaka bağlanıyor. erkekler devletten daha mı zengin?!. ak parti isminden adalet'i çıkar!





kadın - erkek eşitse neden; - erkekler takı alıyor. - erkekler nafaka ödüyor. - erkekler askere gidiyor. - erkeklerden neden maddiyat bekleniyor - kadınlar niye trip atıyor. hadi feministler bunları da açıklayın!!!


MuHTEŞEM KANUNLARIMIZDAN; Asgari Ücretle Ev Geçindirelebileceğini Söylenmişken. Boşanma Davalarında 3200 TL den az Geliri Olan kadın. Tam Kusurlu da Olsa, (Zina da Yapsa), Zina da Yapsa, Kadına Süresiz Nafaka Bağlandığını BİLİYOR MUYDUNUZ ?! -alıntı-


islam'a göre boşanma oldu ise 4 aydan sonra verilen gönülsüz! nafaka haramdır . haksız yere boşanan kadın aldığı nafakanın hayrını görmez. ak parti diyanetin fetvasına niye uymuyor?!





6284 ve istanbul sözleşmesi kadını korumuyor ve aileyi yıkıyor!. kadın iftira atıyor onu kabul ediyorlar. kadın "pişman oldum" diyince kadının beyanı esas olmuyor! bu kanunlar kesinlikle art niyetli





Kadın haklarından bahsedenler kadını; Reklâmlarda “araç”. Podyumda “askı”. Meyhanede “masa”. Pazarlamada “kasa”. Siyasette “imaj”. Ticarette “aksesuar”. Televizyonda “reyting” olarak kullanıyor. Sonra, Kadın da özgürüm diye seviniyor.!-alıntı-


Ankara ve İstanbul Nasıl Kaybedildi?! GÖRÜN, duyun, anlayın ARTIK! 6284 Kadın Beyanı Esas Zulümleri ile. 2019 da 553 bin 463 .2017-2019 nisan ayına kadar 746 bin 336 erkeğe uzaklaştırma verilmiş. 9 yılda 3 milyon erkek evinden atılmıştır, Yakınları ile 5 Milyon kişidir. -alıntı-


Kadın çalışan sayısının artması; Erkek çalışan sayısının azalmasına. Erkek çalışan sayısının azalması; Aile'nin yıkılmasına. Ailenin yıkılması; Zina'nın artmasına. Zinanın artması; Ahlak'ın çöküşüne. Ahlakın çöküşü; İslam'ı yaşanmaz hale getiriyor.


1 milyon kadına iş verirseniz sadece 1 milyon insana aş vermiş olursunuz. Çalışan kadın işsiz erkekle yuva kurmaz .

Bir milyon erkeğe iş verirseniz dört milyon insana aş vermiş olursunuz İşi olan erkek işsiz hanımla evlenir 2 çocuk babası olur


Kadın erkek eşitse erkek kadına niye süresiz nafaka vermek zorunda? Kadın erkek eşitse kadının sözlü beyanı delil de erkeğin beyanı niçin delil değil? Kadın erkek eşitse kadına verilen dul maaşı erkeğe neden verilmiyor? Ak parti tezatlarla dolu…


Ak parti islam'ın yasaları dururken neden avrupa'nın yasalarının peşine düşüyor. islam'da kadının görevi evine, çocuklarına bakmaktır. ak parti "çalışan kadın sayısını arttıracağız" diyor . bu uygulama erkekleri işsiz bırakıyor. evlilik oranı düşüyor


GEZİcilerden yana tavır alan, İslama "koç" gibi saldıran baş kapitalistin İSTANBUL SÖZLEŞMESİNİN avukatlığını yapması göstermiştir ki; CİNSİYET EŞİTLİĞİYLE insanın kadın ve erkek olarak yaratılmasını inkar eden bu sözleşme SOROS'ların projesidir. İhsan Şenocak


LGBT'nin hem propagandisti hem de müdafii olan İstanbul Sözleşmesi'ni Kadın Haklarının hamisi olarak göstermek hem kadının baş müdafii olan İslam'ın kadına tayin ettiği hakları inkar etmek hem de bir kaç iyi davranışından dolayı bir katile methiyeler düzmek gibidir. İhsan Şenocak


Annelik ve kadın istihdamı birbirine zıttır. Biri ev içi, diğeri ev dışı ile ilgilidir İkisinden birini tercih etmeli. İkisi birden olsun denilemez Yoksa kadına iki kat yük yüklenmiş olur Prof. Dr. Orhan Çeker


Feminizm, "kadına şiddet" adı altında Kadın Erkek düşmanlığını tırmandırarak AİLE ve CİNSİYETİ tahrip etmeyi hedefliyor! Feminizm, Allah'ı reddediyor! Feminizm; NAMUSU ve AİLEYİ reddediyor! Feminizm; ZİNAYI ve SAPKIN ilişkileri teşvik ediyor -alıntı-


İslama uygun olmayan şekilde Çalışan kadın topluma zarar verir. Eğer evliyse 2 kat zarar verir. Hem çalışıyor hem evli hem çocuğu varsa 3 kat zarar verir. Hem çalışıyor hem çocuğu var hem boşanmış ise topluma 4 kat zarar verir. -alıntı-


Boşanmalar neden arttı: Aile mahkemesi hakimleri boşanma davalarında kadınlara düğünde takılan takıdan daha fazla takı takıyor. Tazminat, Nafaka, Düğünde takılan takı. Mal paylaşımı. Bu kadar kazanım elde edeceğini bilen kadın boşanır NET


6284 sonrası kışkırtılan binlerce kadın, eşi tarafından fiziksel şiddete maruz kalmadığı kocalarını evden attırmıştır. Polis zoru ile evinden atılan, uzaklaştırma alınan kocaların çoğu da karısının pişman olsa bile eve dönmeyip boşanmayı seçiyorlar


Kadın istihdamı adı altında anneleri evinden çıkaran teşvikler ailelere ve topluma zulümdür! Batı kanunları bizim örfümüze uygun değildir. Küffar kanunu ile islam toplumu yönetilemez! Bu halkı müslüman olan bir topluma en büyük zulümdür! -alıntı-


Kadın Zina yapar Nafaka Ödersin. Çocuğuna Şiddet uygular Nafaka Ödersin. Kusursuz sayılırsın Nafaka Ödersin. Kocayı döver Nafaka Ödersin. hasta olursun, işsiz kalırsın Yine Nafaka Ödersin ödeyemezsen hapse girersin. Bu Ülkede Erkeklerin hiçbir Hakkı Yok


Kadın-erkek olmadan insan, insan olmadan aile, aile olmadan millet, millet olmadan insanlık olmaz. Dolayısıyla cinsiyet eşitliğiyle insanın, ailenin, milletin, insanlığın imhası projesine dur demek için İstanbul Sözleşmesi iptal edilmeli. Bedri Gencer


14 yaşında kız yalan da olsa "tacize uğradım" dese beyanı kabul ediliyor. 14 yaşında kız "ben severek evlendim, eşimi ben ikna ettim" demesine rağmen "sen çocuksun beyanın esas değil, tacize uğradın" deniyor. Kadın beyanı neye göre değişiyor @Akparti


Bir kanun (İstanbul Sözleşmesi), kocasına uzaklaştırma verdirip evine dostunu alan kadına değil de kocasına ceza veriyorsa; evine oynaşını alıp zina eden kızına müdahale eden babaya ceza veriyorsa amacı kadını korumak değil, erkeği deyyus yapmaktır.


Dinimize, medeniyetimize; bizi biz yapan değerlere savaş açan, içinde Allah ve Resulü'nün lanetini mûcip nice maddeleri barındıran, kadını ilahlaştırıp, erkeği köleleştirmeyi hedefleyen eşcinsellik müdafaanamesi #istanbulsözleşmesinekarşıyız Ömer Faruk Korkmaz


İstanbul sözleşmesi madde 48: "Eşler arası uyuşmazlıklarda, arabuluculuk yapmak isteyeni devlet engeller"*... Kuranı kerim nisa suresi 35. ayet: "Eğer evli bir çift arasında anlaşmazlık doğmasından korkarsanız, arayı düzeltmek için erkeğin ve kadının ailelerinden hakem tayin edin."


Yusuf aleyhisselam "kadının beyanı esas" alınarak hapse atılmıştı. Hâlbuki Hz Yusuf masum, Züleyha suçluydu. Cenabı Hak bize peygamberi ile doğru yolu gösteriyor. 21. Yüzyıl Türkiye'sinde nice gömleği arkadan yırtılan iffet sahibi erkekler, kadının beyanı ile hapishanededir -alıntı-


Eşlerini aldatan kadınların %80'inin çalıştığını. boşanan kadınların %90'ının çalıştığını. suç işleyen çocukların %70'inin anne ve babasının ayrı olduğunu biliyor muydunuz!


İslam'a göre 15 yaşında bir kadınla bir erkek evlenebilir . 15 yaşında evlenmeyi yasaklamak islam düşmanlığıdır. 15 yaşında evlenmek suç ise neden sadece erkek hapse atılıyor? 15 yaşında evliliği yasaklamak zinaya teşvik etmektir. BU ZULÜM ARTIK BİTSİN!


Annene Babana bakmazsan suç değil. Kardeşine bakmazsan suç değil. 18 yıl önce dünyaya getirdiğin çocuğuna bakmazsan suç değil AMA 1 gün evli kalıp 32 yıl önce EŞİT kusurla boşandığın kadına bakmazsan suç. İşte budur Medeni dediğimiz Kanun -alıntı-


Tecavüzün ve kadına şiddet olaylarının azaltılması için alkollü içecekleri yasaklayalım. Ne dersiniz @kademorgtr @morcativakfi @ailevecalisma Davanızda samimiyseniz "alkol yasaklansın" diyin!





Bir kadına ve erkeğe taşıması için çimento torbası verilse,sonuç ne olur? İstanbul sözleşmesine göre: "EŞİTLİK" İslam'a göre ise: Kadına zulüm edilmiş olur. Çünkü: Erkeğin fıtratına uygun olan,kadına yüklenmiştir.


1- TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu son iki buçuk yılda tam 746 bin 336 erkeğin evden atıldığını açıkladı. 2017’de 295 bin 618, 2018’de 358 bin 499, 2019’da Nisan ayına kadar ise 92 bin 219 erkek evinden atıldı https://dogruhaber.com.tr/haber/625952-istanbul-sozlesmesi-magdur-ediyor-tepki-cok-cozum-yok/


2- Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Huriye Martı’dan kadın hakları uyarısı! Erkeğin, kadının namusundan sorumlu olmadığını söylüyor! Bu, Nisa Suresi 34 ayetini inkardır. https://www.konhaber.com/haber-diyanet_isleri_baskan_yardimcisi_huriye_marti_dan_kadin_haklari_uyarisi-1310669.html


3- 21 yıllık evli adam üç çocuğunun da kendisinden olmadığını öğreniyor, mahkeme ödül olarak kendinden olmayan çocuklar ve aldatan Kadın lehine nafakaya hükmediyor. biz; #HaksızNafakaCinayetSebebidir dediğimizde şiddet bağımlısı oluyoruz! -alıntı- https://www.tgrthaber.com.tr/gundem/21-yil-evli-kaldi-3-cocugunun-kendisinden-olmadigini-ogrendi-magdur-adam-ilk-kez-konustu-2622102


4- KADEM yalnız değil ! Ahmet Şimşirgil'den sert bir yazı .KADEM yetkilileri lütfen bana açıklasınlar! Eşcinselliği savunan “Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı” ile nasıl birlikte hareket ediyorsunuz?! http://ahmetsimsirgil.com/kadem-yalniz-degil-12-07-2019/


5- Geçmişte; İstanbul Sözleşmesi konusunda uyardık. Bu adamlar, “liderim imza atmış, vardır bir bildiği” diyorlardı. Geçmişte; Kadem konusunda uyardık. Bu adamlar; “Siz kadın düşmanı mısınız?” diyorlardı. Serhat Arvas https://mustafa1senyurt.tumblr.com/post/625598325861810176/%C5%9Fimdi-zamani-de%C4%9Fil-toplulu%C4%9Fu-hayatlar%C4%B1n%C4%B1-t%C4%B1pk%C4%B1


6- Türkiye'nin Sorunu Cinsiyet Eşitliği Meselesidir Abdullah Çiftçi Cinsiyet Eşitliği ibne erkek kadın eşit olsun demektir! #İstanbulSözleşmesiRezalettir ibneliği meşrulaştıran İstanbul Sözleşmesini iptal et @Akparti https://hic1seyim.blogspot.com/2019/10/istanbul-sozlesmesi-ve-6284e-neden.html


7- Cinsiyet eşitliği iddiasıyla cinsiyetsizliğe (kadın-erkek farkının kaldırılmasına), ailenin ve insanlığın imhasına yönelik proje olan İstanbul Sözleşmesi Feshedilsin ! https://www.lutfibergen.com/aileyi-etkileyen-temel-sozlesmeler-aihs-ve-cedaw.html?fbclid=IwAR0lhBRTOzYJQk6l8MqOh5OBWXLMDlnYtkQx0P2CSp5XLBf1kCfqbXv27cE


8- İstanbul Sözleşmesi, 6284 nolu kanunları Kadını erkeğe düşman eden, namusu ve aile izzetini yerle bir eden ve ailesiz Avrupa yapısına göre dikilen bu ahlaksız elbiseyi hala bu millete niye giydirmekte ısrar ediyorsunuz. https://www.huravaz.com/devlet-baskanina-makale,326.html


9- İslam'da nafaka boşandıktan sonra kadına 3 ay verilir. Bunun dışında kadının eski eşinden zorla nafaka alması haramdır. Nafaka çocuk için vardır. Nafaka Emek Hırsızlığıdır. İslam’da Nafakanın Hükümleri http://www.cocukaile.net/islamda-nafakanin-hukumleri/


10- islam'a göre 15 yaşında bir kadının kendisinin ve ailesinin rızası varsa evlenmesi helaldir. helali yasaklamak islam düşmanlığıdır! http://www.cocukaile.net/cinsel-istismar-degil-genc-evlilik/


11- KADEM kadınları erken evliliğe karşılarmış! Neye dayanarak karşısınız? İnandığınızı söylediğiniz dininiz mi yasaklamış? Ninelerimiz dedeleriniz hep on beş on altı yaşında evlenmişler Sema Maraşlı @Semamarasli http://www.cocukaile.net/basortulu-diktatorlerin-kuran-karsiti-calismalari/


12- Erken yaşta evlendikleri için eşleri tutuklanan kadınlar, soruna çözüm istiyor. 8 bine yakın ailenin maruz kaldığı durum, ailelerin dağılmasına, çocukların psikolojisinin bozulmasına ve sayısız mağduriyete sebebiyet vermede. https://www.yenisafak.com/hayat/8-bin-aile-perisan-3450608


Genelevler açık, pavyonlar da, masaj salonları da. Kadın eti acımasızca satılıyor buralarda, devlet de vergisini alıyor bir güzel kimse kadının mağduriyetinden söz etmiyor. İş süresiz nafaka ya gelince bir anda herkes şova başlıyor. -alıntı-

15 Ağustos 2020 Cumartesi

Ahir Zamanın fitnesi Deccal ve küçük deccaller










Deccal nedir, ne anlama gelir? Deccal kimdir, nasıl biridir? Deccal’in özellikleri nelerdir? Deccal’den korunmak için ne yapılabilir? Kıyamet alametlerinden Deccal.

Yalancı, hilekâr, hakkı bâtıla, iyiyi kötüye karıştıran kimse mânâsına gelen “Deccâl” hakkında Kur’ân-ı Kerîm’de bir bilgi bulunmamaktadır. Deccâl’in âhir zamanda ortaya çıkacağı, Allah Teâlâ’nın kendisine verdiği birtakım imkân ve kâbiliyetlerle hârikulâde hünerler sergileyeceği ve böylece bazı insanları saptıracak bir yalancı ve sahtekâr olduğunu ise hadîs-i şerîflerden öğrenmekteyiz.

Ebu Hureyre, şöyle rivayet etmiştir: Resulullah (sallâllâhu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Zamanın sonunda bir takım deccaller ve yalancılar meydana çıkar. Sizlere, ne kendinizin ve ne de babalarınızın işitmediği hadisler getirirler. İşte ben, sizleri onlardan şiddetle sakındırıyorum. Onlar, sakın sizleri saptırıp, fitneye düşürmesin." Sahih-i Müslim, C.1. H.no: 7

Nevvâs ibn-i Sem’ân -radıyallâhu anh- şöyle anlatır: Bir sabah Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Deccâl’den uzun uzun bahsetti. Sonunda yorulup sesini alçalttı. Sonra tekrar yüksek sesle konuştu. Biz O’nun anlatışına bakarak Deccâl’in Medîne civârındaki hurmalıklara gelip dayandığını zannettik. Tekrar yanına gittiğimiz zaman üzüntümüzü anlayıp: “–Hayrola, bu ne hâl?” buyurdular. Biz de: “–Yâ Resûlâllah! Sabahleyin Deccâl’den bahsettiniz. Kâh alçak sesle kâh yüksek sesle konuştuğunuz için, biz onun hurmalıklara gelip dayandığını sandık.” dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdular: “–Sizin adınıza Deccâl’den başka şeylerden daha çok korkuyorum. Şayet Deccâl, ben aranızdayken çıkarsa, onun oyununu bozar, delillerini çürütürüm. Eğer ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır. Zaten Allah Teâlâ mü’minleri onun kötülüklerinden koruyacaktır. Deccâl; kıvırcık saçlı, patlak gözlü, (câhiliye devrinde ölen) Abdüluzzâ bin Katan’a benzeyen bir gençtir. Sizden onu gören, Kehf Sûresi’nin baş (ve son) tarafından onar âyet okusun. O, Şam ile Irak arasındaki bir yerden çıkacak. Sağa-sola, her yana kötülüğünü yayacaktır. Ey Allâh’ın kulları, îmânınızı koruyup direnin!” “–Yâ Resûlâllah! Deccâl’in yeryüzünde kalma süresi ne kadardır?” diye sorduk. Şöyle buyurdular: “–Kırk gündür. Bir günü bir yıl kadar, bir başka günü bir ay kadar, bir diğer günü de bir hafta kadardır; geri kalan günleri ise sizin bildiğiniz günler gibidir.” Biz yine: “–Yâ Resûlâllah! Bir yıl kadar olan günde, kılacağımız bir günlük namaz kâfî gelecek mi?” dedik. “–Hayır, siz namaz vakitlerini ona göre takdir ve hesap ediniz!” buyurdular. Biz bu defa: “–Yâ Resûlâllah! Onun yeryüzündeki sürati ne kadardır?” diye sorduk. Şöyle buyurdular: “–Rüzgârın sürüklediği bulut gibi insanların yanından geçer. İlâh olduğunu söyleyerek insanların kendisine îman etmelerini ister, onlar da îman ederler. Göğe yağmur yağdırmasını emreder, yağmur yağar. Yere bitki bitirmesini emreder, otlar, çayırlar biter. İnsanların otlatmaya gönderdikleri hayvanları daha gösterişli, semiz ve sütleri daha bol olarak döner. Daha sonra başka insanların yanına giderek onları kendine inanmaya davet eder. Fakat onlar kendisine inanmayıp teklifini geri çevirirler. Deccâl de yanlarından ayrılıp gider. Lâkin sabahleyin suları çekilip çayır ve çimenleri kurur, hayvanları da helâk olur. Deccâl, bir ören yerine uğrayıp; «Definelerini ortaya çıkar!» der. O harâbedeki defineler, arı beyinin peşinden giden arılar gibi Deccâl’in arkasından gider.

Sonra Deccâl, babayiğit bir genci yanına çağırıp onu kılıcıyla ikiye biçer; vücudunun her parçası bir yana düşer. Ardından ona seslenir. Delikanlı gülümseyen bir çehreyle ona doğru gelir. Deccâl böyle işler yaparken, Allah Teâlâ, Mesîh bin Meryem -aleyhisselâm-’ı gönderir. Mesîh, boyanmış iki elbise içinde, ellerini iki meleğin kanatları üzerine koyarak Dımaşk’ın doğusundaki Akminare’nin yanına iner. Mesîh, parıldayan yüzüyle başını yere eğince saçlarından terler damlar, başını kaldırınca inci gibi nûrânî damlalar dökülür. Onun nefesini koklayan kâfir derhâl ölür. Nefesi, baktığı yere ânında ulaşır. Mesîh, Deccâl’in peşine düşer, onu (Kudüs yakınındaki) Bâbülüd’de yakalayıp öldürür. Sonra Îsâ -aleyhisselâm-, Allah Teâlâ’nın kendilerini Deccâl’in şerrinden koruduğu birtakım insanların yanına gelir, onların yüzlerini okşayarak Deccâl fitnesinin sona erdiğini söyler ve kendilerine Cennet’teki yüksek derecelerini haber verir…” (Müslim, Fiten, 110)[1]

DECCAL FİTNESİ Şüphesiz Deccâl fitnesi, insanoğlunun yeryüzünde göreceği en büyük fitnedir. Nitekim Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Hazret-i Âdem’in yaratıldığı zamandan kıyâmetin kopacağı âna kadar Deccâl’den daha büyük bir fitne yoktur.” buyurmuşlardır. (Müslim, Fiten 126)[2]

Bu sebeple bütün peygamberler ümmetlerine bu fitneden söz etmiş ve onları îkaz buyurmuşlardır.[3] Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de Deccâl’in fitnesinden Allâh’a sığınmış, dolayısıyla bizim de ondan Cenâb-ı Hakk’a sığınmamızı tavsiye etmiştir.

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, büyük Deccâl’den önce “ümmetinden otuz kadar yalancı Deccâl” çıkacağını, bunların kendilerini peygamber olarak tanıtıp “Ben Allâh’ın elçisiyim” diyeceklerini haber vermiştir.[4] Gerçekten de tarih boyunca, anlatılan cinsten nice yalancılar çıkmış, Allah Teâlâ onların hepsini kahreylemiştir. Büyük Deccâl de şüphesiz aynı âkıbete uğrayacak, rezil ve zelil olacaktır.

DECCAL NASIL ORTAYA ÇIKACAK? Rib’î bin Hırâş şöyle anlatır: Ebû Mes’ûd el-Ensârî -radıyallâhu anh- ile birlikte Huzeyfe ibn-i Yemân’ın yanına gittim. Ebû Mes’ûd ona: “–Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’den Deccâl hakkında duyduklarını söyleyebilir misin!” dedi. Huzeyfe -radıyallâhu anh- da şunları söyledi: “Deccâl, yanında bir su ve bir de ateş olduğu hâlde ortaya çıkacak. Bazılarının onun yanında gördüğü su, gerçekte su olmayıp yakıcı ateştir. Bazılarının onun yanında gördüğü ateş de gerçekte ateş olmayıp, soğuk ve tatlı bir sudur. Sizden Deccâl’e kim yetişirse, ateş olarak gördüğü tarafta bulunsun. Zira o, tatlı, içimi güzel bir sudur.” (Buhârî, Enbiyâ 50, Fiten 26; Müslim, Fiten 105, 108)

Sahîh-i Müslim’de geçen bir rivâyete göre Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz: “Ben Deccâl’in yanında ne bulunduğunu iyi bilirim. Onun beraberinde iki nehir vardır. Biri beyaz su gibi görünür, diğeri yanan ateş gibi. Bir kimse Deccâl’e yetişirse, ateş şeklinde gördüğü nehre gelip gözünü yumsun. Sonra başını eğerek ondan içsin. Çünkü o soğuk sudur.” buyurmuştur. Daha başka rivâyetlerde, “Deccâl’in yanında Cennet ve Cehennem’e benzer iki şey bulunduğu, onun Cennet dediği şeyin ateş, yani Cehennem olduğu” da belirtilmektedir. (Bkz. Müslim, Fiten, 109)

Nemrûd’un dağ gibi ateşini İbrahim -aleyhisselâm-’a gül bahçesi yapan Allah Teâlâ, Deccâl’e kanmayan, onun oyununa gelmeyen îmanlı kişilere bu sahtekârın sözde ateşini, tatlı ve serin bir su yapacaktır. Onun ateşi, mü’minlere hiçbir zarar veremeyecektir. Muhtemelen Deccâl, insanları sağlam bir imtihandan geçirmesi, gerçek mü’minle öyle olmayanı birbirinden ayırması için, kendisine büyük imkânlar verilmiş büyük bir fitnecidir. Mü’minler Deccâl’i yalanlamalı; yanındaki ateş gibi, Cehennem gibi görünen şeyden korkmamalıdır. Zira o, aslında ateş değil rahmettir; Cehennem değil, Cennet’tir.[5]

DECCAL’DEN KORUNACAK ŞEHİRLER Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Mekke ile Medîne dışında, Deccâl’in ayak basmadığı bir yer kalmaz. Mekke ile Medîne’nin bütün yollarında saf tutmuş melekler bu iki şehri korur. Deccâl; kumlu, çorak bir yere iner. Ardından Medîne üç defa sarsılır; Allah Teâlâ orada bulunan kâfir ve münâfıkları dışarı çıkarır.” (Müslim, Fiten, 123)[6] Deccâl’in yeryüzünde Mekke ile Medîne dışındaki bütün yerleşim bölgelerini dolaşacağını, dolayısıyla herkesin onunla çetin bir imtihana tâbî tutulacağını bu hadîs-i şerîf açıkça beyan etmektedir. Allah Teâlâ iki harem bölgesini, yani Mekke-i Mükerreme ile Medîne-i Münevvere’yi ve dolayısıyla orayı terk etmeyen samimî müslümanları Deccâl’den koruyacaktır.

DECCAL’İN PEŞİNDEN GİDECEKLER Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “İsfahan Yahudîlerinden taylasanlı yetmiş bin kişi Deccâl’in ardından gider.” (Müslim, Fiten, 124)

Deccâl’e inanan ve ona değer verenler arasında yahudîler en önde yer alacaklardır. Deccâl, yeryüzünün her yerini dolaşacağı gibi, İsfahan’a da gidecektir. İsfahan yahudîlerinden taylasanlı yetmiş bin kişi ona arka çıkacaktır.

Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, içinde Ümmü Şerîk’in de bulunduğu bir mecliste Deccâl’den söz ederek; “İnsanlar Deccâl’den kaçıp dağlara sığınırlar.” buyurmuşlardı. Yiğit İslâm mücâhidlerinin Deccâl karşısında tutunamayıp kaçmaları Ümmü Şerîk’i hem üzmüş hem de meraklandırmıştı. Bu sebeple: “–Yâ Rasûlâllah! O gün Araplar nerede olacak?” diye sordu. Allâh’ın Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-: “–Onlar o gün pek azdır.” buyurmak sûretiyle Deccâl’in karşısında duramayacaklarını, onun şerrinden ve fitnesinden kaçıp kurtulmaya çalışacaklarını ifâde ettiler. (Müslim, Fiten, 125)[7]

YEDİ ŞEY GELMEDEN EVVEL ACELE EDİNİZ Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Yedi şey gelmeden evvel, sâlih ameller işlemekte acele ediniz! Yoksa siz gerçekten; 1. (İbadeti, helâl ve haram hudutlarını) unutturan fakirlik, 2. Azdıran zenginlik, 3. (Her şeyi) bozup perişan eden hastalık, 4. Aklı ve idrâki zaafa uğratarak saçma-sapan konuşturan ihtiyarlık, 5. Ansızın geliveren ölüm, 6. Gelmesi beklenen şeylerin en şerlisi Deccâl ve, 7. Kıyâmetten başka bir şey mi beklediğinizi sanıyorsunuz? Kıyâmet ise, belâsı en müthiş ve en acı olandır.” (Tirmizî, Zühd, 3/2306)

DECCAL ORTAYA ÇIKINCA… Alleh Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle anlatmışlardır: “Deccâl ortaya çıkınca, mü’minlerden biri onun bulunduğu tarafa doğru gider. Deccâl’in silâhlı adamları onun önüne çıkarak: «–Nereye gitmek istiyorsun?» diye sorarlar. «–Şu ortaya çıkan adamın yanına!» der. Deccâlin adamları: «–Sen bizim Rabbimize inanmıyor musun?» diye sorarlar. O da: «–Bizim Rabbimiz’in gizli bir yanı yok ki O’nu bırakıp başkasına inanalım.» der. Deccâl’in bazı adamları: «–Öldürün şunu!» derler. Bir kısmı ise: «–Tanrınız, haberi olmadan bir kimseyi öldürmeyi yasaklamadı mı!» derler ve o mü’mini Deccâl’in yanına götürürler. O mü’min Deccâl’i görünce diğer mü’minlere: «–Ey mü’minler! Bu adam Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in kendisinden bahsettiği Deccâl’dir!» diye seslenir. O zaman Deccâl adamlarına: «–Bunu iyice bir dövün!» der. Onu dövmek üzere tutarlar. Deccâl tekrar: «–Yakalayın şunu, yarın kafasını!» der. Sırtına ve karnına vurarak onu dayaktan geçirirler. Bu defa Deccâl: «–Bana îmân etmiyor musun?» diye sorar. O mü’min: «–Sen yalancı Mesîh’sin» der.[8] Deccâl’in emri üzerine onu testereyle baştan aşağı ikiye biçerler. Deccâl o zâtın ikiye bölünen cesedinin arasından yürüyüp geçtikten sonra ona: «–Ayağa kalk!» der. O da doğrulup kalkar. Deccâl tekrar: «–Bana îmân ediyor musun?» diye sorar. O ise: «–Senin hakkındaki kanaatim iyice pekişti.» dedikten sonra halka dönerek: «–Ey insanlar! O benden sonra artık kimseyi öldürüp diriltemez!» der. Deccâl onu kesmek için yakalar. Fakat Allah Teâlâ o mü’minin boynundan köprücük kemiğine kadar olan kısmı bakır hâline dönüştürür. Bu sebeple Deccâl ona bir şey yapamaz. Bunun üzerine Deccâl onu ellerinden ve ayaklarından tutup fırlatır. Halk onu Cehennem’e attığını zanneder. Hâlbuki o Cennet’e atılmıştır.” Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, sözlerini şöyle tamamladılar: “İşte bu mü’min, Âlemlerin Rabbi’ne göre insanların en büyük şehîdidir.” (Müslim, Fiten, 113)[9]

Deccâl’in mâhiyetini, onun hile ve düzenbazlıklarını çok iyi bilen bu mü’minin, Hızır -aleyhisselâm- olduğunu söyleyenler olmuştur. Deccâl’in silâhlı adamlarının yanında Deccâl’e meydan okuyan bu şuurlu mü’minin; “Bizim Rabbimiz’in gizli bir yanı yok ki O’nu bırakıp başkasına inanalım!” demesi, mü’minlerin Cenâb-ı Hakk’ı bütün sıfatlarıyla tanıdıklarını, O’nun varlığından, birliğinden ve kudretinden aslâ şüphe etmediklerini, O’nun kusursuz ve mükemmel olduğuna îman ettiklerini ifâde içindir.

Bu durum, fitneler ve mânevî tehlikeler karşısında gönüllerin “mârifetullâh” ile feyizlenmesinin ne kadar mühim olduğunu ortaya koymaktadır. Îman ve irfânıyla Deccâl’in karşısında yiğitçe dik duran o mü’minin hâli, âhir zaman fitneleri ve kıyâmet alâmetlerine dâir Kur’ân ve Sünnet bilgisinin bir mü’mine ne kadar faydalı ve lüzumlu olduğunu da açıkça ortaya koymaktadır. Bu hadîs-i şerîf, Deccâl belâsının ortaya çıktıktan bir müddet sonra tamamen biteceğini göstermektedir. Dolayısıyla bu fitneyle imtihan edilecek mü’minlerin vazifesi; îmanlarına daha sıkı sarılarak aslâ gevşememek ve korkuya kapılmadan Deccâl’e karşı îman cesaretiyle direnmektir.

DECCAL’İN ÖZELLİKLERİ Allah Resûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Bütün peygamberler, ümmetlerini yalancı ve kör Deccâl’in tehlikesine karşı uyarmışlardır. Şunu bilin ki, onun bir gözü kördür; ama sizin azîz ve celîl olan Rabbiniz tek gözlü değildir. Deccâl’in iki gözünün arasına kâfir (ke-fe-re) diye yazılmıştır.” (Buhârî, Fiten 26, Tevhîd 17; Müslim, Fiten 101, 102)[10] “…Onun bu gözü, üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibidir.” (Buhârî, Fiten 26, Tevhîd 17; Müslim, Îmân, 274)[11]

Bu ve benzeri hadîs-i şerîflerde bildirildiği üzere Deccâl’in bazı vasıflarını şöyle hulâsa edebiliriz: 1. Deccâl’in iki gözü de sakattır. Sağ gözü, üzüm salkımından dışarı fırlamış üzüm tanesi gibi patlaktır. Sol gözü ise tamamen siliktir, ışığı sönmüştür, görmez. Deccâl’in mü’minler tarafından rahatlıkla görülebilecek, tanınabilecek ve hatırlanabilecek vasıflara sahip olarak yaratılması, Cenâb-ı Hakk’ın müstesnâ bir lûtfudur. Fakat o çetin imtihanla karşılaştığında bu ilâhî lûtfun gereğini yerine getirebilmek, sarsılmaz bir îmâna sahip olan samimî mü’minlerin kârıdır. 2. Deccâl’in iki gözünün arasına, onun yalancılığını göstermek üzere, “kâfir” veya “ke-fe-re” diye yazılmıştır. Her mü’min, Arapça okumayı bilmese bile, kalbine doğacak bir ilham ile bu yazıyı anlayıp sezecektir. İlâhî rahmetten nasîbi olmayanlar ise okuma bilseler dahî bu yazıyı göremeyeceklerdir. 3. Deccâl’in yanında, kendilerini imtihan ettiği kişilere mükâfat ve cezâ olarak vereceği Cennet ve Cehennem’e benzeyen bir şey vardır. Fakat o yalancının Cennet dediği şey aslında Cehennem’dir. Yani Deccâl’in Cennet dediği yere giren kimse, ona inanmış, oyununa kanmış olduğu için görünüşte Cennet’e, fakat gerçekte Cehennem’e girmiş olacaktır. Ona karşı çıktığı için Deccâl’in Cehennem’ine atılan kimse de aslında Cennet’e girmeyi hak etmiş olacaktır. 4. Deccâl’in saçı kıvırcık olup yaşı da oldukça gençtir. 5. İri cüsseli, fakat kısa boyludur.[12] 6. Deccâl doğu tarafından, muhtemelen Horasan veya İsfahan’dan yahut Şam ile Irak arasında bir yerden çıkacaktır.[13] 7. Allah Teâlâ, Mekke ile Medîne’yi meleklerle koruyacağı için Deccâl bu iki mübârek beldeye giremeyecektir. 8. Deccâl, kendisinden önce çıkacak olan otuz kadar yalancı deccâl gibi önce; “Ben Allâh’ın elçisiyim.” diyecek,[14] sonra da ilâh olduğunu söyleyecektir. 9. Deccâl, zuhûr ettiği zamanda yaşayanlar için ağır bir “îman imtihanı” olacağından, ona, yağmur yağdırma, yeşillikleri kurutma, yer altından defineleri çıkarma gibi büyük imkânlar verilecektir. Deccâl’e verilen bu fevkalâde güçler, îmânı zayıf kimseler için büyük bir tehlike teşkil edecektir. 10. Deccâl, Yahudî asıllı biri olduğu için,[15] kendisine en çok ilgi gösterip destek verecek olanlar da yahudîler olacaktır. 11. Deccâl sadece bir kişiyi testereyle kesip ikiye biçecek, sonra onu diriltecek, buna rağmen o mü’min kendisinin bir yalancı ve Deccâl olduğunu yüzüne haykıracak, bu hâdiseden sonra da Deccâl artık kimseyi öldürüp diriltemeyecektir. 12. Deccâl’i Hazret-i İsa Aleyhisselâm öldürecek ve bu büyük fitneye son verecektir.

DECCAL’DEN KORUNMAK İÇİN Deccâl fitnesinden Cenâb-ı Hakk’a sığınmak, Peygamber Efendimiz’in ümmetine yaptığı mühim bir tavsiyedir. Nitekim, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurmuşlardır: “Biriniz teşehhüdü bitirdikten sonra şu duâyı okuyarak dört şeyden Allâh’a sığınsın: “Allâh’ım! Cehennem azâbından, kabir azâbından, hayatın ve ölümün iptilâlarından ve Deccâl fitnesinin şerrinden Sana sığınırım!” (Müslim, Mesâcid, 128)

Ayrıca Resûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz; “Kehf Sûresi’nin baş tarafından on âyet ezberleyen kimse Deccâl’den korunur.” buyurmuştur. (Müslim, Müsâfirîn, 257; Ebû Dâvûd, Melâhim, 14) Yine kaynaklarda, Kehf Sûresi’nin sonundan on âyet okumanın tavsiye edildiği de kaydedilmektedir. Bu sûrenin baş tarafındaki ilk on âyette Cenâb-ı Hakk’ın zâtını ve sıfatlarını bilmekten söz edilmekte ve O’nun Ashâb-ı Kehf’i zâlim Dakyanus’un şerrinden koruduğu anlatılmaktadır. Muhtemelen bu alâka sebebiyle, Deccâl’i görenlerin, bu sûrenin ilk on âyetini okumaları tavsiye edilmiştir.[16]

Hadîs-i şerîfte Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; “Sizin adınıza Deccâl’den başka şeylerden daha çok korkuyorum...”[17] buyurmuş olması, esasen îmânı kuvvetli kimseler için Deccâl’in büyük bir tehlike teşkil etmeyeceğine işaret etmektedir. Şu hâlde Deccâl fitnesinden korunabilmek için takvâ ehli bir müslüman olmak, ilmiyle amel eden ihlâslı âlimler yetiştirmek, Kur’ân ve Sünnet istikâmetinde bir hayat yaşamak lâzımdır. Zira ancak böyle kimseler, Cenâb-ı Hakk’ın lûtuf ve ihsânı ile Deccâl denen hilekârın karşısında yer alacaklar, ona mağlûp olmayacaklar ve neticede Cennet’i hak edeceklerdir. Şüphesiz ki Deccâl’i tanımanın en şaşmaz ölçüsü “Kitap ve Sünnet”tir. Dînî bir iddia ile ortaya çıkan insanları dâimâ bu iki ölçüyle mîzân etmek gerekir.

Resûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in; “…Eğer Deccâl ben aranızdan ayrıldıktan sonra çıkarsa, artık herkes kendini ona karşı savunup korumalıdır...”[18] buyurması da, her müslümanın dînini iyi bir şekilde öğrenmesi gerektiğini göstermektedir. İslâm’ı iyice öğrenip yaşadıkları takdirde, Deccâl’in büyüğü de küçükleri de müslümanları aldatamayacaktır.

Dipnotlar:

[1] Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 59; İbn-i Mâce, Fiten, 33.

[2] Ayrıca bkz. Ahmed ibn-i Hanbel, Müsned, IV, 19-21.

[3] Tirmizî, Zühd, 3; İbn-i Mâce, Fiten, 33.

[4] Buhârî, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 84.

[5] Burada şu hususu da belirtelim ki, kıyâmet nasıl bütün Dünya için fevkalâde bir durumsa, kıyâmetin habercileri olan alâmetlerin de fevkalâde yanlarının bulunması gayet tabiîdir. Dolayısıyla kıyâmete yakın, bugünkü tahayyül ve tasavvurların üzerinde olan birtakım hâdiselerin meydana gelecek olmasına şaşırmamak gerekir. Nitekim bundan kırk-elli sene önce tahmin bile edilemeyen şeylerin, ilim ve teknikteki hızlı ilerlemeyle bugün mümkün hâle gelmiş olduğu ortadadır. Âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde haber verilen kıyâmet haberleri de vakti gelince mutlakâ gerçekleşecektir. Zira Cenâb-ı Hak için hiçbir güçlük yoktur.

[6] Ayrıca bkz. Buhârî, Fedâilü’l-Medîne 9, 26, 27, Tevhîd 31; İbn-i Mâce, Fiten, 33.

[7] Ayrıca bkz. Tirmizî, Menâkıb, 69; İbn-i Mâce, Fiten, 33.

[8] Hazret-i Îsâ’ya Mesîh denildiği gibi Deccâl’e de Mesîh (Mesîhü’d-Deccâl) denilmektedir. Mesîh, silmek mânâsına gelen “mesh” kelimesinden türemiştir. Deccâl’in bu isimle de anılması, kendisinden hayrın silinip alınması veya bir gözünün, hiç yokmuş gibi tamamen silinmesi sebebiyledir. Zira Deccâl’in yüzünün bir tarafı tamamen dümdüz, dolayısıyla bir gözü kördür... (Bkz. Buhârî, Ta’bîr 11, 33) Deccâl’e çok seyahat etmesi, mesafeleri silip süpürmesi sebebiyle Mesîh dendiği de söylenmiştir.

Hazret-i Îsâ’ya “Mesîh” denilmesi ise, onun mübârek elini hastalara sürerek (meshederek) iyileştirmesi sebebiyledir. Allah Teâlâ’nın bir Mesîh’i diğer bir Mesîh ile yok etmesi ne kadar mânidardır.

“Biz, hakkı bâtılın tepesine bindiririz de o, bâtılın işini bitirir…” (el-Enbiyâ, 18) âyet-i kerîmesi, Deccâl’in de aralarında bulunduğu bütün bâtıl ehlinin âkıbetini dile getirmektedir.

[9] Ayrıca bkz. Buhârî, Fiten 27.

[10] Ayrıca bkz. Ebû Dâvûd, Melâhim 14, Sünnet 25-26; Tirmizî, Fiten 56, 62; İbn-i Mâce, Fiten, 33.

[11] Ayrıca bkz. Tirmizî, Fiten, 60.

[12] Bkz. Buhârî, Fiten, 26; Ebû Dâvûd, Melâhim, 14.

[13] Bkz. Müslim, Fiten, 110.

[14] Bkz. Buhârî, Fiten, 25; Müslim, Fiten, 84.

[15] Bkz. Müslim, Fiten, 90.

[16] Bkz. Yaşar Kandemir, İsmail Lütfi Çakan, Raşit Küçük, Riyâzü’s-Sâlihîn Tercüme ve Şerhi, İstanbul: Kampanya Kitapları, 1434/2013, VII, 536-578.

[17] Hadîsin tam metni için bkz. sf. 211-213.

[18] Hadîsin tam metni için bkz. sf. 211-213.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları

https://www.islamveihsan.com/kiyamet-alametlerinden-deccal-nedir.html

Sağdan gelen şeytana dikkat edin Müslümanlar, Ayağınız kayar farkına varamazsınız!!

sağdan yaklaşma mecaz anlamdadır. siz iyilik yaptığınızı sanırken kendinize kötülük yapabilirsiniz. burada demek istediğim şey. ahir zamanda(kıyamete yakın zaman) deccaller çıkacaktır. deccal genelde saptırıcı demektir. deccaller dediğimiz genelde şu anda da olan sahtekar hocalardır. maalesef o kadar çok sahtekar var ki bazen tiksiniyorum. ben burada bunları anlatırken amacım X cematini yada X hocasını yüceltmek veya aşağılamak değildir. amacım sizlerin daha uyanık olmanızı istememdir. ve ahir zamanda yaşadığımızı tekrar hatırlatmak isterim. sizlere naçizane tavsiyem ise; -dinimizi asıl kaynaklarından öğrenelim. -Kuran’ın mealini en az 3 kere okuyalım. -hadis kitaplarından en az birini okuyalım (riyazüs salihini tavsiye ederim). -ve en az 3 siyer kitabı (Peygamberimizin -Salat Ve selam olsun- hayatı) okuyalım. - ve ilmihal okuyalım. - bunları yaptıktan sonra ise bir kaç değişik hocanın fikirlerini karşılaştıralım(belli bir temel bilgiyi aldıktan sonra) -Allah yardımcımız olsun. Uyanık olun kardeşlerim. kuzu postuna bürünmüş kurtlara dikkat edelim

Peygamberimiz (salat ve selam olsun) şöyle buyurmuştur: ”Her ümmetin mecusisi vardır. Benim ümmetimin mecusileri ise 'Kader yoktur.' diyenlerdir. Onlardan biri ölürse, cenazesine katılmayın, hasta olursa ziyaretine gitmeyin. Onlar deccal taifesidir. Allah’ın onları deccale ilhak ettirmesi (ona katılmış bir grup olarak değerlendirmesi) hakkıdır.” (Ebu Davud, Sünnet 16; bk. Tirmîzi, kader 13: İbn Mace. Mukaddime 10; Ahmed b. Hanbel, 86, 125)

Hz. Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) (bir gün):'Beytu'l-Makdis'in imarı Yesrib'in harabıdır. Yesrib'in harabı melhamenin (savaşın) çıkmasıdır. Melhame İstanbul'un fethidir, İstanbul'un fethi Deccal'in çıkmasıdır!' buyurdular. Sonra elini (Resulullah), konuşmakta olduğu kimsenin (yani Hz. Muaz'ın) dizine vurdular ve: 'Bu söylediğim kesinlikle hakikattir. Tıpkı senin burada oturman hak olduğu gibi.' buyurdular." Hz. Muaz burada kendisini kasdetmektedir. (Yani Aleyhissalâtu vesselâm'ın konuştuğu ve dizine elini vurduğu kimse Muaz İbnu Cebel (radıyallahu anh)'dir.)" [Ebu Davud, Melahim 3, (4294).]

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem), Deccal’in fitnesinin çok şiddetli olmasından dolayı ona yaklaşmaktan bile sakındırmış ve: ‘Kim Deccal’i duyarsa ondan uzak dursun. Allah’a yemin olsun ki, bir adam ona mü’min olduğunu sanarak gider, onun attığı şüphelerden ona tabi olur’ buyurmuştur. Ebu Davud 4319

http://www.sahihhadisler.com/?pid=p&id=1374

“Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): ‘Deccal’in çıkmasından önce üç şiddetli yıl olur. İnsanlar o yıllarda şiddetli kıtlığa maruz kalırlar. Sonra ilk yıl Allah semaya emreder, sema yağmurun üçte birini hapseder tutar. Yere emreder, yer nebatının üçte birini hapseder tutar. Sonra ikinci yıl Allah semaya emreder, yağmurunun üçte ikisini tutar. Yere emreder, nebatının üçte ikisini tutar. Sonra üçüncü yıl Allah semaya emreder, yağmurunun tamamını tutar, bir damla yağmur düşmez. Yere emreder, nebatının tamamını tutar, hiç yeşillik bitmez. Allah’ın dilediği hariç, çift tırnaklı (geviş getiren) helak olmayan hiç hayvan kalmaz’ buyurdu. Denildi ki: −O zaman insanlar ne ile yaşarlar? Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): −‘Tehlil, tekbir, tahmid onlar için yiyecek yerine geçer’ buyurdu.” İbni Mace 4077 Tehlil; ‘La ilahe illallah’ demektir. Tekbir; ‘Allah-u Ekber’ demektir. Tahmid; ‘Elhamdulillah’ demektir.

[Ahir Zamanda Çıkan Deccaller ve Yalancılar] - Ebubekir Sifil

https://www.youtube.com/watch?v=aVBEh8UYcvM

DECCAL'İN FİTNESİNDEN KORUNMAK

http://www.cilehane.com/yazilar/ch0304.htm

ROMA'NIN FETHİ VE DECCAL

http://www.dervisan.com/kiyamet/c990611.html

https://www.youtube.com/watch?v=4-7R-zBbkkU

Deccal Kimdir, Deccalın Özellikleri Nelerdir, Deccal ne zaman gelecek?

https://www.youtube.com/watch?v=PasfpTpdgw8

9 Ağustos 2020 Pazar

“Evet, Atatürk bir masondu.” Falih Rıfkı Atay






M. Kemal Atatürk mason mu? Atatürk Mason localarını kapattı mı?

Bu yazıda M. Kemal Atatürk’ün Osmanlı’yı yıkmaya çalışan masonların teşkil ettiği hareketin bir parçası olduğunu ve M. Kemal’in masonluğunu okuyacaksınız. Bu makaleyi okuduktan sonra, linkini verdiğimiz şu yazı da mutlaka okunmalıdır:

http://belgelerlegercektarih.com/2013/09/21/ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

Nesta H. Webster eserinde[1], “Jön Türkler hareketi, İtalyan Büyük Doğu’sunun direktifi altında, Selanik Mason Locaları tarafından başlatılmıştır. Aynı makam, daha sonra M. Kemal’in başarıya ulaşmasında da yardımcı olmuştur.”[2] diyerek mason localarının Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişte ve Cumhuriyet döneminde oynadığı role özlü bir şekilde işaret etmektedir. Aynı şekilde, 1920 yılında Londra’da yayınlanan Morning Post gazetesi de; “Kesin olarak söyleyebiliriz ki, Türk İhtilali hemen hemen tümüyle bir Mason-Musevi komplosudur.”[3] ifadesiyle bu rolü teyid etmektedir.

Bundan da anlaşılmaktadır ki, M. Kemal Atatürk’ün içinde bulunduğu hareket; “Mason yapılanmasıydı.” Peki M. Kemal mason muydu, bu konuda deliller var mıdır? Hemde çok… Evet, M. Kemal Atatürk bir masondu. Üstelik M. Kemal’e ithafen “Tek Adam” kitabını yazan “Şevket Süreyya Aydemir’in tanımlamasıyla, ‘O bir cilacı değil, bir yontmacıydı’.”[4]

M. Kemal, mason olmak için ilk başvurusunu, 1905 Kasım’ından 1907 Ekim’ine kadar görevli kaldığı Şam’da yapmıştır. Mimar Sinan dergisinde Semih Tezcan “Mim Kemal Öke ve Atatürkle Diyalogu” başlıklı makalesinde, Büyük Üstad Mustafa Hakkı Nalçacı’nın torunu Ümit Nalçacı’dan rivayeten, M. Kemal’in Şam’da görevliyken Mason olmak için yaptığı başvurunun kabul edilmediğini yazmaktadır.[5] “M. Kemal 13 Ekim 1907’de (Şamdaki görevini tamamlayarak) Selanik’e döner. 29 Ekim 1907’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girer. Üye alımları ya Ömer Naci’nin evinde, ya da mason locası `Macedonia Risorta´nın bekleme odasında yapılmaktadır. Ikinci mekanda subaylar önce tekris edilerek mason, sonra yemin ettirilerek Cemiyet üyesi yaptırılmaktaydı.”[6] diyen mason yazar Tamer Ayan, üye listelerinde yer alan isimlerden bazılarını sıraladıktan sonra bir sonraki sayfada konuyla ilgili değerlendirmesini şöyle yapmaktadır:

“Atatürk çevresindeki, hem ittihatçı, hem mason olan asker ve sivil arkadaşlarının etkisiyle, `önce mason, sonra ittihatçı´ kuralına uygun olarak önce `Macedonia Risorta´ locasında mason olmuş ve bunu takiben de Ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne 1907 yılında 322 numara ile üye yapılmıştır.”[7]




***Araştırmacı Bilal Şimşir, Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanan, “Ingiliz Gizli Belgeleri’nde Atatürk” adlı çalışmasında, 29 Ocak 1921 tarih ve sayı 35, Istanbul Genel Karargahı’ndaki General Harington’dan Ingiltere Savunma Bakanlığı’na gönderilen “Şifre Tel No:1,9821-Gizli” kayıtlı evrakta, M. Kemal hakkında derlenen bilgilerde;

“Selanik ve Manastır’daki okullarda çalışkandı. Harbiye’de hararetli milliyetçi oldu. Arkadaşları arasında âsi yaratılışıyla sivrildi. Suriye’den Selanik’e atanınca, 1907’de Ittihat ve Terakki ve Italyan mason locasına girdi. Yetenekli bir kurmay subay ve yurtseverdi. Çanakkale savaşında Liman von Sanders’e itaatsizlik, Enver Paşayla kavga etti, bir gözünü kaybetti. Veliaht Vahidettin’le Avrupa’ya gitti. Mayıs 1919’da Anadolu’ya gönderilirken kendisine 40.000 lira verildi.”[8] denildiğini aktarmaktadır.

Ilgili cümlenin ingilizcesi aynen şöyle: “In 1907, General Staff Salonika, where he became member of C.U.P.*and initiated into Free Masonry in the Italian Lodge.”

*(C.U.P) : “Committee of Union and Progress”‘in kısaltmasıdır ve “Ittihat ve Terakki”nin ingilizce karşılıgıdır.

Ayrıca Sultan Vahidettin’in, Anadolu’ya gönderilen M. Kemal’e 40.000 lira para verdiği yazmaktadır. Belgede Anadolu’ya gönderilen kişi olarak “M. Kemal” yerine yanlışlıkla “Enver” yazılmış. Fakat hemen arkasına parantez içinde “sic” kısaltması eklenmiş. (sic) latince bir tabir olan “Sic Erat Scriptum”un kısaltmasıdır. Bu ifade, başka bir kaynaktan kopyalanan bir kelimenin yazılışından sonra yanlış hecelendiğini veya yanlış kullanıldığını göstermek için kullanılır.

Belgede dikkati çeken başka bir husus da, M. Kemal’in bir gözünü kaybettiğine dair verilen bilgidir.

***




[8] no’lu dipnotta bahsi geçen belge…***

Aynı şekilde, Istanbul’daki Ingiliz Yüksek Komiseri Sir H. Rumbold’un 27 Nisan 1921’de Ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderdiği ve dönemin Türkiye’sinde yaşanan gelişmelerin (örneğin Istanbul ve Ankara Hükümetlerinin dış ilişkileri, Osmanlı donanmasının durumu, mevcut Osmanlı ordusu, polis teşkilatı, Istanbul ve Ankara’nın mali durumu, Milli Mücadele harekatının ilişkileri vs.) yer aldığı “Yıllık Rapor”da da, M. Kemal’in mason olduğu şu sözlerle ifade edilmektedir:


“Kurmay subaylığa hak kazanmasından sonra 1907’de Selanik’e atanmış ve aynı yıl içerisinde Ittihat ve Terakki Cemiyeti’ne girmek suretiyle farmasonlar arasına katılmış ve Ittihatçı fikirlerin en ateşli savunucularından biri olmuştur.”[9]



[9] no’lu dipnot ile ilgili… 27 Nisan 1921’de Ingiliz Dışişleri Bakanı Lord Curzon’a gönderilen raporda M. Kemal’in mason olduğu yazıyordu***

Öte yandan, 1965-66 yıllarında Hollanda Grand Orienti araştırmacı üstadlarından Lowensteijn, ünlü Türk masonlarını araştırmaya koyulup, İstanbul’daki Obediyansa bir yazıyla başvurarak bilgi ve belge ister. Kendisine “Türkiye Büyük Locası Büyük Sekreteri Nafiz Ekemen” imzalı bir cevap gelir. Anılan yazıda Kargotich (Kargaliç) adlı eski bir Yugoslav masonun, Atatürk’ün Makedonya’da bir locada mason olduğu ve kalfa derecesine kadar yükseldiği hakkındaki ifadesi önemle aktarılır. Kargatovich’in, Yugoslavya Büyük Locası yıllığında M. Kemal’in Masonluğu hakkındaki bilgileri okuduğunu kesin bir şekilde dile getirdiği belirtilir.[10]

M. Kemal Atatürk’ün mason olduğu, pek çok ülke yayınında da açıkça yer almıştır. M. Kemal’in “beni en iyi anlatan kitap”[11] dediği “Bozkurt” adlı kitapta Atatürk’ün mason olduğu şu sözlerle ifade edilmektedir:

“M. Kemal Vedata Locası’nda bir birader olarak örgüte katıldı.”[12]

Aynı kitapta bir de şu hadise nakledilmektedir: “Fransız Sarraut, Cavid için kişisel bir ricada bulunmak üzere Ankara’ya gelmişti. Sarraut, Doğu Farmason locasının tanınmış bir ismiydi. M. Kemal’e meslekteki bir mason birader olarak başvurmuştu.”[13]

Başka bir delil ise, M. Kemal Atatürk’ün yakın dostlarından ve onun kalemşörlüğünü üstlenen Falih Rıfkı Atay’ın Bugün gazetesine manşet olan; “Evet, Atatürk bir masondu.” itirafıdır.[14]



Falih Rıfkı Atay’ın manşet olan itirafı. Bakınız; dipnot [14]

NOT: Falih Rıfkı Atay daha sonra bu haberi yalanlamış… Tabii ki yalanlayacaktı. Ama bu yetmez… Dikkat ederseniz haberde “masayı yumrukladıktan” sonra M. Kemal’in mason olduğunu itiraf ettiği bildiriliyor. Yani sinirli bir anında… Insanların sinirlendikleri anlarda ağızlarından bazı hakikatleri kaçırdıkları malum. Anladığımız kadarıyla Falih Rıfkı da sinirli bir anında böyle bir itirafta bulunmuş. Ancak daha sonra aklı başına gelmiş olacak ki söz konusu haberi yalanlamış. Buna rağmen Bugün gazetesinin bir düzeltme yaptığına dair bir bilgiye rastlamadık. Eğer Falih Rıfkı hakikaten böyle bir şey söylememiş olsaydı, Bugün gazetesine tekzip yazısı gönderirdi. Kaale alınmadığı takdirde mahkeme kanalıyla tekzip metninin neşredilmesini talep edebilirdi. Ama yapmamış… Demek ki o ortamda Falih Rıfkı’nın bu sözleri söylediğine birçok kişi şahit olmuştu. Şayet mahkemeye verseydi, o şahitlerin beyanlarıyla Falih Rıfkı’nın “Atatürk bir Masondu” sözü, mahkeme kararıyla tescillenecekti… Bu da hiç şüphesiz arzu etmedikleri bir netice olurdu. Böyle mühim bir mevzuda sadece “yalanlamak” yetmez; Mahkemeye başvurmalı ve ATA’sına sürülen bu “leke”yi temizlemeliydi.***

Diğer taraftan, Jürgen W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisinde M. Kemal’in mason olduğunu yazmıştır. Diener onun Makedonya (Risorta et Veritas) locasına mensup bulunduğunu bildirir.[15]

G. Gamberini de “Mille Volti di Massoni” adlı 1975 tarihli çalışmasında, dünyanın bin ünlü masonu arasında Atatürk’e de yer vermektedir. Ayrıca 1988’de, Hamburg’da Atatürk’ü anma töreninin yapıldığı mason locasının duvarlarındaki dünyaca ünlü masonlar listesinde onun da adı bulunuyordu.[16]

Bu arada, 1932’deki “Beynelmilel Masonlar Birliği (AMI)”nin Büyük Konvan’ının, dönemin diktatörü M. Kemal Atatürk’ün tam kontrolündeki Istanbul’da toplanması anlamlıdır. O toplantıda dünyanın en üst kademe masonlarının Cumhurbaşkanı olarak M. Kemal’e gönderdikleri “bağlılık mesajları” onu kendilerine yakın saydıklarının delilidir. Atatürk’ün mason olduğunu, dünyaca ünlü Özgür Ansiklopedi “Wikipedia” (Almanca ve Ingilizce) da bildirmektedir.[17]



Wikipedia (Ingilizce) : Mustafa Kemal Atatürk (1881 – 1938), National hero and founder of the modern Republic of Turkey. Macedonia Risorta Lodge No. 80 (some claim Lodge Veritas), Thessaloniki ***



Wikipedia (Almanca)***

M. Kemal’le Mütareke yıllarında Istanbul’da tanışan mason Kont Sforza da “Modern Avrupa’nın Kurucuları” adlı kitabında onun mason olduğunu yazmıştır.[18]

Bunların dışında, Daniel Ligou’nun “Mason Ansiklopedisi”nde ve daha pek çok kaynakta Atatürk’ün mason olduğu belirtilmektedir.[19]




Daniel Ligou’nun “Mason Ansiklopedisi”nde Atatürk’ün mason olduğu belirtilmektedir. Bakınız; dipnot [19]***

Şayet M. Kemal mason ise, localar niçin ona hala açıktan sahip çıkmamaktadır?

Bu soruyu mason yazar Tamer Ayan, yakın tarihte yayınlanan “Atatürk ve Masonluk” adlı kitabının önsözünde kısaca şöyle cevaplandırmaktadır: “Eski mason yöneticileri, Atatürk’ün mason olduğu ortaya çıktığı takdirde, bu sıfatının Atatürk’e zarar vereceğini düşündüklerinden(…). ‘Ya Atatürk’ün mason olduğunun duyulması ona zarar verirse?’, ‘Ya da, Atatürk düşmanlarının eline kötüye kullanabilecekleri yeni bir koz verilirse?’ “[20] kaygısıyla sessiz kalmayı yeğlemişlerdir.


Nitekim Atatürk’ün mason olduğunun anlaşılmasının tepki yaratmasından endişe duyanlar arasında, bu konuda belgesel araştırmalar yapan ve önemli ip uçları yakalayan mason araştırmacı Osman Zeki Koylan da vardır. “Koylan, dönemin büyük üstadına gönderdiği (…) Atatürk’ün masonluğuna ilişkin bazı verileri, hatta kendisine göre kanıtları içeren 12 Ekim 1981 tarihli önemli mektubunu, bu konuda duyduğu endişeyi, aşağıdaki cümlelerle dile getirerek bağlar:

‘Netice itibarı ile: bize karşı umumi (genel) bir antipati (soğukluk) devam ettiğinden, Atamızın intisabı konusunun harice (dışarıya) intikalini asla tecviz etmiyorum (onaylamıyorum). Mamafih (bununla birlikte) localara tamimini takdirinize arz ederim… Yıllarca araştırmalara rağmen bir türlü çözümlenmeyen bu meçhulü gün ışığına çıkarmak bana nasip oldu.”[21] diyerek Atatürk’ün masonluğunu belgelediğini söyleyerek sorumuzun cevabını vermektedir.

Mason localarının Atatürk’ün şefliği döneminde kapanması (1935) mevzuuna gelince… Araştırmacı Suat Parlar, çalışmasında, Atatürk’ün mason olduğuna dair kuvvetli iddialar bulunduğu, en azından masonluğu felsefe olarak benimsediği bilindiği halde, 1935’de mason localarının niçin kapandığı meselesine eğiliyor ve şöyle diyor:

“Devletin en önemli kurumlarının başında zaten masonlar varken, (locanın) malvarlığı konusunda alınacak tedbirler, sembolik olmaktan öte bir anlama sahip değildi!”[22]




Bu resim, M. Kemal Atatürk’ün mason olduğunu îtiraza mahal bırakmayacak bir şekilde göstermektedir***

Peki bu el işareti ne anlama geliyor? Parmaklara dikkat ediniz ***

M. Kemal’in özel hekimi ve yakın arkadaşı olan Büyük Üstad Mim Kemal Öke’nin Mason Derneği’nin 1949 yılındaki büyük kongresinde yaptığı ve Türk Mason Dergisi’nin birinci sayısının 12-14’üncü sayfalarında yayınlanan konuşmasında bu konuyla ilgili olarak söyledikleri aydınlatıcıdır:

“Memleketin siyasi akışları bir an için bizim mesaimizi men etmişti. Bu yalnız bizim değil, Türk Ocakları, Kadınlar Birliği vesaire gibi teşekküllere de teşmil edilmişti. Bu tatili mesai bir kapanış değil, bir ima üzerine olmuştur. Atatürk mason teşekkülü için çok büyük iltifatta bulunmuş, Ankara’daki binaya her yıl 3 bin lira yardım etmişlerdir. Bugün başımızdakiler de aynı yardımda bulunmuşlardır. Atatürk memleketimizi ziyarete gelen tanınmış şahsiyetleri bu lokalde kabul ve ziyaret etmiştir. Mason teşekkülünü Atatürk kapattırmamıştır. Siyasi ahval o zaman böyle bir imayı mecburi kılmıştır. O zaman başkanlıktan Mareşal Fevzi Çakmak’ın emri üzerine ayrılmıştım. Mareşal askerlerin bu kabil teşekküllerde bulunmamalarını emretmiştir. Ortalığı karıştırmak, şahsi taassuplarını kullanmak isteyen baykuşlara bu kürsüden tekrar ediyorum: `Bu teşekkül Atatürk’ün ruhunu tazib (ruhuna azab) etmemiş, taziz etmiştir (sevgi ile anmıştır).”[23]

Mason Yazar Tamer Ayan da bu konuyu ele alarak, “Eğer Atatürk masonlara yapılan suçlamalara inansa, hatta inanmak değil şüphe bile etse; üzerine titrediği rejimin selameti için Masonluğu kanun yoluyla kapatmaz, hatta masonları Istiklal mahkemeleri ve Takriri Sükun Kanunları gibi olağanüstü yöntemlerle sindirmez miydi?” diye sorarak şu hükmü veriyor:

“(…) Atatürk, ülkeye ışık veren bu pencereyi tuğlayla ördürüp iptal ettirmemiştir; ancak kamuoyunu ve rejimi masonluğun aleyhine yönlendiren ve şartlandıran antimasonik baskı ve propagandanın, masonluğa telafi edilmez ölçüde zarar vermesini önlemek amacıyla, sadece perdelerinin ev sakinlerinin eliyle kapatılmasını ve oturanların da tatile çıkmasını sağlamıştır. Özetle Atatürk masonluğu yasaklatmamıştır. Bilakis böylesi bir ılımlı çözümle zulümden kurtarmıştır.”[24]

Kaldı ki, masonlar, M. Kemal Atatürk’ün gazetesi Anodolu Ajansı’nda şu bildirgeyi yayınlamışlardır:

“Mes’ul ve maruf (sorumlu ve herkesçe bilinen) imzalar altında Ajansımıza verilmiştir. Türk Mason Cemiyeti memleketimizin sosyal tekamülünü ve günden güne artan muazzam terakkilerini dikkate alarak ve Türkiye Cumhuriyetinde hakim olan demokratik ve cidden laik prensiplerin tatbikatından doğan iyilikleri müşahede ederek faaliyetine, bu hususta **hiç bir kanun olmaksızın** nihayet vermeyi ve bütün mallarını memleketimizin sosyal ve kültürel kalkınmasına çalışan Halk Evlerine teberruu muvafık (bağışı uygun) görmüştür.”[25]

Ayrıca Şükrü Kaya hükümet adına kamuoyuna yaptığı resmi açıklamada; “Türk Masonları kendi **ideallerinin hükümetin esas programına dahil olduğunu** görerek, kendi teşkilatlarını **kendileri fesh etmişlerdir. Hükümetin bu iş üzerinde hiç bir teşebbüsü ve alakası yoktur.” ** diyerek durumu belirtmiştir.


M. Kemal Atatürk’ün Cumhuriyetçi (daha doğrusu diktatörlük) kadrosunda görev alanların büyük bölümü Masondur. Bir bakıma yönetim ve devrimlerin gerçekleştirilmesi Masonlara emanet edilmiştir.

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası’nın resmi web sitesinde açıklanan kadro:

Fethi Okyar, Rauf Orbay, Refet Bele Paşa, Ali İhsan Sabis Paşa, Meclis Başkanı Kazım Özalp Paşa, Meclis Başkanı Abdülhalik Renda, Başbakan Hasan Saka, İçişleri Bakanları Şükrü Kaya ve Mehmet Cemil Ubaydın, Dışişleri Bakanları Bekir Sami Kunduh ve Tevfik Rüştü Aras, Sağlık Bakanları Rıza Nur, Adnan Adıvar, Refik Saydam, Behçet Uz, Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip, Hasan Ali Yücel, Ekonomi Bakanı Sırrı Bellioğlu, Milletvekilleri Cevat Abbas, Atıf Bey, Edip Servet Tör, Yunus Nadi, Reşit Saffet Atabinen, Memduh Şevket Esendal, Hilmi Uran, Tevfik Fikret Sılay, Ahmet Ağaoğlu, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan ve Belediye Başkanı Süleyman Asaf İlbay, İstanbul Valileri Muittin Üstündağ, Lütfü Kırdar, Danıştay Başkanı Mustafa Reşat Mimaroğlu, Jandarma Genel Komutanı Galip Paşa, İstiklal Mahkemesi Başkanı Necip Ali Küçüka, Amiral Mehmet Ali Paşa Atatürk’ün çevresinde ülkeye hizmet (!) etmiş Masonlardır.[26]

Yazıda sunduğumuz delilleri, beyni resmi ideoloji telkiniyle yıkanmış olup düşünme mekanizmasını kullanamayanların kabul etmesi elbette güç.

Fakat, Mason dergisi “Büyük Şark”ta, mason üstadı Fahrettin Kerim’in yayınlanan bir yazısındaki şu sözleri dikkat çekici ve düşündürücüdür; “Türk Masonları inkılap yolunda Gazinin (M. Kemal’in) en sadık en disiplinli askerleridir.”[27]




[27] no’lu dipnotta bahsedilen, mason üstadı Fahrettin Kerim’in mason dergisi “Büyük Şark”taki yazısının tamamı ***

Büyük Üstat ! Şekûr Okten’e göre M. Kemal Atatürk “ideal Mason tipi”dir:

“Atatürk’ün ruh ve fikir yapısına baktığımızda, O’nda, “ideal Mason” tipine yakın bir şahsiyet görüyoruz. Masonluğun bütün ana prensipleri, evvela şahsiyetinde ve sonra, bu şahsiyete uygun düşen eserlerinde mevcuttur.”[28]

Netice… M. Kemal Atatürk mason muydu?

Bize göre, evet, M. Kemal Atatürk bir masondu ve “3’üncü dereceye” kadar yükselmiştir. Ancak M. Kemal Atatürk, kendi sözleriyle sabit olduğu üzere, tabiata tapıyordu…[29] Yani ateistti. Masonlukta ise bir yaratıcıya (Evrenin Ulu Mimarı) inanılmaktadır. Dolayısıyla, M. Kemal Atatürk’ün ateist olduğu anlaşıldıktan sonra ihraç edilmesi icab ediyordu, lakin masonlukta “ihraç” olmadığından dolayı M. Kemal Atatürk ihraç edilmek yerine, masonların tabiriyle “uykuya yatırılmıştır.”

Nitekim M. Kemal Atatürk’ün, masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti”[30] şeklinde birçok resmi bulunmaktadır.


Masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti.” Bakınız; dipnot [30]*****

***



***

**


M. Kemal Atatürk’ü mason nizam duruşuyla gösteren birçok resim mevcuttur ***


***


***


***


***



**********KAYNAKLAR:

[1] Nesta H. Webster, Gizli Cemiyetler ve Yıkıcı Faaliyetler, Londra, 1928, sayfa 284.

[2] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 127.

[3] Morning Post gazetesi, 1920. Aktaran: Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 127.

[4] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 92.

[5] Mimar Sinan Dergisi, Semih Tezcan “Mim Kemal Öke ve Atatürkle Diyalogu” 1998, sayı 109, sayfa 16. Aktaran: Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-160.

[6] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-160.

[7] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 159-161.

[8] Bilal Şimşir, İngiliz Belgelerinde Atatürk, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1979, cild 3, sayfa 96. (2. Baskı, cild 3, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 2000, sayfa 96, 97.) Ingiliz Arsivi. Foreign Office 371/6465/E.1473.

[9] Londra Kew Gardens, Public Record Office, Ingiltere Dışişleri Bakanlığı (Foreign Office) 371/6469/E.5233/1/44’den naklen: Yrd. Doç, Dr. Ali Satan, Ingiliz Yıllık Raporlarında Türkiye (1920), (Çeviri: Burak Özsöz), Tarihçi Kitabevi, Istanbul 2010, sayfa 209.

[10] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 186.

[11] Yalın Alpay, gazetesiz.com.tr, 17 Ocak 2011.

Ayrıca bakınız: Engin Ardıç, Sabah, 05 Mart 2011.

[12] H.C. Armstrong, Bozkurt, Arba yayınları, Çev. Gül Çağalı Güven, birinci baskı, Istanbul 1996, sayfa 16.

[13] H.C. Armstrong, Bozkurt, Arba yayınları, Çev. Gül Çağalı Güven, birinci baskı, Istanbul 1996, sayfa 198.

[14] Bugün Gazetesi, 6 Eylül 1968. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

[15] Jürgen W. Diener, Beyaz Zambaklar dergisi, Mart 1938, sayı 38.

[16] Suat Parlar, Türkler ve Kürtler, Bağdat Yayınları, sayfa 496, 497.

[17] Wikipedia Almanca:

http://de.wikipedia.org/wiki/Gro%C3%9Floge_der_Freien_und_Angenommenen_Maurer_der_T%C3%BCrkei#cite_note-10

Almanca Wikipedia’nın Kaynakları:

1 – “List of famous Masons compiled by Abbey Lodge, Abingdon, UK”. Abbey.lodge.org.uk. Retrieved 2012-08-08.

2 – Robert A. Minder: Freimaurer Politiker Lexikon. Edition zum rauhen Stein, ISBN 3-7065-1909-7, S. 229-231.

Ayrıca bakınız; Eugen Lennhoff, Oskar Posner: Internationales Freimaurerlexikon (Uluslararası Masonlar Sözlüğü), Herbig Verlagsbuchhandlung, 2000, sayfa 92.

Wikipedia Ingilizce: http://en.wikipedia.org/wiki/List_of_Freemasons#cite_note-50

Ingilizce Wikipedia’nın Kaynakları:

1 – Hamill, John and, Gilbert, R. A., Freemasonry: A Celebration of the Craft‎, Page 226. Paul & Company, 1992, ISBN 0-9516355-2-2

2 – “Freemasonry in Turkey – Address given to Palestine Lodge 189 by Kaya Pasakay, Former Grand Master of the Grand Lodge of Turkey”. Palestinelodge189.com. Retrieved 2010-01-12.

3 – “List of famous Masons compiled by Abbey Lodge, Abingdon, UK”. Abbey.lodge.org.uk. Retrieved 2012-08-08.

[18] Kont Sforza, Les Batissenrs de L’europe Moderne.

[19] Daniel Ligou, Ansiklopedi, Dictionnaire Universal De La Franc-Maçonnerie. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

[20] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 10.

[21] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Istanbul, 2008, sayfa 37.

[22] Suat Parlar, Türkler ve Kürtler, Bağdat Yayınları, sayfa 496, 497.

[23] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın, Istanbul, 2008, sayfa 229, 230.

[24] Tamer Ayan, Atatürk ve Masonluk, Yurt Kitap Yayın, Istanbul, 2008, sayfa 340.

[25] Anadolu Ajansı, 10 Ekim 1935.

Gazete küpürü ve tafsilat için bakınız;

http://belgelerlegercektarih.com/2013/09/21/ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

Söz konusu haber yerel basında yayınlanmıştır. Bakınız; “Türk Mason Cemiyeti Kendi Kendini Feshetti”, Varlık Birlikte Yaşar, 11.10.1935, sayfa 2.

[26] Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locası resmi web sitesi

[27] Masonların “Büyük Şark” dergisi, Ikinci Kânun – Şubat, 1934.

[28] Büyük Üstat Şekûr Okten, Mimar Sinan Dergisi, yıl 1981, sayı 41, sayfa 5. Bu dergi, Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Büyük Locasının yayın organıdır.

[29] M. Kemal Atatürk’ün tabiata taptığına ilişkin sözleri için bakınız; http://belgelerlegercektarih.wordpress.com/2012/04/30/ataturk-ve-din-ataturk-ve-islam-ataturk-ateist-mi-kemal-ataturk-musluman-mi-ataturk-tabiata-mi-tapiyor/

[30] Masonlukta “3. Derece Nizam Vaziyeti”nin fotoğraftaki şekilde olduğuna dair bakınız; Masonlar Büyük Locası Üstadı Celil Layiktez, Başlangıçtan Bugüne Kadar Ritüelimizin Inkişafı, Mimar Sinan Yayınları No:1, Yenilik Basımevi Istanbul 1972, Üçüncü Dereceye Mahsus Muhtıra, sayfa 11. (Bu dipnot ile ilgili yazıda fotoğraf bulunmaktadır.)

NOT:Erol Karayel’in çalışmasından büyük ölçüde istifade edilmiştir. Son 5 resim “Tevbe.org” sitesinden “gokkusagi” rumuzlu üyeden alıntılanmıştır.

.http://belgelerlegercektarih.com/2012/05/13/m-kemal-ataturk-mason-mu-ataturk-mason-localarini-kapatti-mi/

25 Temmuz 2020 Cumartesi

Ayasofya'daki hristiyan sembolleri kalıcı olarak kapatılmadan içinde namaz kılınmaz







“Denklem basit aslında; Ayasofya mescid ise bir şirk çeşidi olan teslisi tasvir eden ikona ve resimlerin burada ne işi var? Burası eğer bir kilise ise biz neden burada namaz kılıyoruz? Burası müze ise, sadece namaz vakitlerinde mescid olacaksa biz neyi kutluyoruz?” Mehmet Akif Can


Ayasofya camiinde ki temsillere normal resim muamelesi yapmak yanlıştır, bunlar puttur! camide put olmaz! "Rahman’a çocuk isnat etmelerinden dolayı neredeyse gökler parçalanacak, yer yarılacak, dağlar yıkılıp çökecektir!" Meryem Suresi 90 -91


Ayasofya'daki İsa aleyhisselama benzetilen tasvirler normal resim olarak değerlendirilemez, onlar puttur! şirktir. mekruh kabul edecek olsak bile , istanbul'da 100'lerce cami olduğu için Ayasofya'nın içinde tasvir/resim/put varken içinde namaz kılınmaz


ayasofya'ya halı serince cami olmaz! teslis inancını temsil eden ikonlar kalıcı olarak kapatılmaz ise ayasofya kilise demektir kilisede namaz kılınmaz


mozaik ve freksler gerçek anlamda kapatılsın böyle münafıkça bir çözüm olmaz resmin olduğu yerde namaz kılınmaz yapacaksanız düzgün yapın @DiyanetVakfi http://diken.com.tr/ayasofyada-namaz-sirasinda-freskler-kapatilacak-turistlere-guzergah-cizilecek/…


(Ya Ali, putları, resimleri imha et.) [Müslim] “Melekler, içerisinde köpek ve resim/heykel bulunan eve girmezler” Buhari, Libas, 88


Peygamberimiz sav Kabe anahtarcısı Osman b. Talha’dan anahtarı eline alıp Kabe’yi açtı. Kabe’nin içinde putları görünce İbrahim’in hal ve şanında fal oku çekmek yoktur! buyurdu ve: “İbrahim, ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandı. Fakat, o, Allah’ı bir tanıyan, dosdoğru bir Müslümandı. O müşriklerden değildi!” Âli İmran, 67 âyetini okudu. Peygamberimiz sav Kabe’nin içindeki putları çıkarmasını ve suretleri gidermesi için Hz. Ömer’e emretti. Hz. Ömer, Kabe’ye girip, silmedik suret, kırmadık heykel bırakmadı. Ibn Sa’d, Tabakâtü’l-kübrâ, II, 142 yani resimleri kapatmak bir emirdir, diyanet keyfi karar veremez


Ayasofya sadece cami olsun! "müze-cami" istemiyoruz! camileri müze olmaktan çıkarın özellikle camide erkek bölümüne kadınlar girmesin! camiler müze değildir başı açıklar, kafirler, abdestsizler ve hayvanlar giremez!(girmemeli) FOTO ÇEKME, NAMAZ KIL!


İlahiyatçı-yazar Şevki Yılmaz, Ayasofya Camii'nin ibadete açılmasının ardından Din İşleri Yüksek Kurulu'nun verdiği fetvayı sert bir şekilde eleştirerek, camideki ikonaların daimi bir şekilde örtünmesi gerektiğini vurguladı. https://habervakti.com/dosya/sevki-yilmaz-fatih-in-bedduasini-kaldirdik-allah-in-h117298.html… #Ayasofyadatasviristemiyoruz


“Ayasofya Camiinin açılacağına dair haberin sevindiriciliği bir yana, içindeki putlar temizlenmezse mescid hükmüne girmeyeceği aşikâr Ayrıca Ayasofya açıklamasının Küresel Aşı Zirvesi ve Erdoğan'ın Bill Gates'le işbirliği yapacağı ilanına denk gelmesi de tedirgin edici” Harun ÇETİN


“Bu karar kabul edilebilir değildir.Ben cemaati kaçırsam ama vakit namazını Ayasofya'da kılmak istesem neden namazımı kerahatle eda etmiş olayım. İkonaların var olması namazın sıhhatine mani değildir diye açıklama yapmış kurul. Erkeğin gövdesi çıplak olarak namaz kılması da namazın sıhhatine mani değildir diyerek imamlarınıza böyle namaz kıldırmalarına müsaade ediyor musunuz? Ben kemal mertebesinden ödün vermek zorunda mıyım? İkonaların, mozaiklerin mümkünse bir müzeye nakli; yahut tamamen karartma yolu ile kapatılması için gündem oluşturulmalı. Madem halk rahatsız olunca hükümet geri adım atabiliyor, bunu bütün Müslümanların dillendirmesi gerekmektedir. Ezan vakti cami, sonrasında kilise vari bir mabed kabul etmiyoruz.” Burak Kızıldaş


“YETKİLİLERİN AYASOFYA'DAKİ GAYRI MÜSLİM SEMBOL VE FİGÜRLER AYNEN KORUNACAK, SADECE NAMAZ ESNASINDA IŞIKLA KARARTILACAK BEYANI ÜZERİNE !! ….


“FATİH SULTAN MEHMED HAN DEVRİNDE AYASOFYA MOZAİKLERİNİN SIVAYLA KAPATILDIĞINA DAİR TARİHİ DELİLLER”


”İnsanlar bilmedikleri tarihi meselelerde ısrarcı olmamalı. Ayasofya içindeki mozaikler fetihten sonra 2 kere sıvanmış, 2 kere sıvalar açılmıştır. Delilleri sunmadan evvel kısaca bilgi vereyim;


1-Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’un fethinin hemen ardından mozaiklerin sıvayla kapatılarak mabedin İslami açıdan uygun olmasının ve hazırlanmasının emrini verdi.


2-Sultan Abdülmecid Han döneminde Ayasofya restorasyonu için görevlendirilen Fossati’ler eskiyen sıvaları açarak mozaikleri ortaya çıkardılar.


3-Fossatiler restorasyon ardından mozaikleri tekrar sıvayarak yine mekanı İslami açıdan uygun hale getirdiler ve camii tekrar ibadete açıldı.


4-Fossatilerin sıvaları 1932-1934 yılları arasında “Bizans Araştırmaları Enstitüsünden” Thomas Whittemore tarafından tekrar açıldı. Günümüze bu şekilde ulaştı.Bakalım kaynaklar neler söylüyor;“Haçlar dışarı çıkarılıp mâbet birçok resimlerden, hıristiyanlar arasında mukaddes sayılan şeylerden, kısacası yerlilerin tapındıkları her şeyden temizlendi. Padişah okuduğu Latince Farsça yazılmış tarih kitaplarından haklarında bir fikir edinmiş olduğu kemerlerin süslemelerini, tablolarını (resimlerini) teşkil eden renkli camdan (sırçadan) mozaiklerin kesilmesine ve çıkarılmasına müsaade etmedi, fakat bunlardan olduğu gibi kalması İslamiyet bakımından hoş olmayanların gözden kaybolmak üzere ince kireç tabakası (badana) ile kapatılmalarını emretti. İtalyan ve Rumların rivayetine göre Padişah hazretleri bu mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben: “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz” dedi.- Ahmed Muhtar Paşa, “Feth-i Celîl-i Kostantiniyye” s.358 Fossatilerin restorasyonu zamanında, yani Sultan Abdülmecid devrinde mozaiklerin sıvalarının kaldırılması, Osmanlı tarihinde Ayasofya Camii içinde “MOZAİKLERİN HER ZAMAN SIVALI OLDUĞU” gerçeğini kanıtlamakta ve gözler önüne sermekte. Semavi Eyice: Fossati tamiri sırasında, duvar ve tonozlarda mevcut olan mozaiklerin üzeri açılarak, Fossati bu sırada İstanbul’da bulunan Alman W.Salzenberg tarafından resimleri çizildi. [Ayasofya,s.209]İbrahim Hakkı Konyalı: Sultan Abdülmecid tamir ettirirken açıkta bulunan salib mozaiklerin üstlerine yine yağlı boya ile aynı renkte birer kol daha çektirmek suretiyle yalnız şekilleri bozdurulmuştu. [Tarih sohbetleri, Yeni Asya Gazetesi, 1 Ekim 1974]Sabine Schlüter: Ancak yapı camii olarak kullanıldığından, figürlü tasvirlerin açıkta bırakılması sözkonusu olamaz. (Abdülmecid Han dönemi)[Gaspare Fossati’nin Ayasofya Onarımları 1847-49 , s.62-63Sultan İkinci Abdülhamid Han zamanında çekilen Ayasofya fotoğraflarında ise tek bir surete ve mozaiklere rastlanmamaktadır. Fatih Sultan Mehmed Han’ın uygulamış olduğu sıvama işlemi torunları tarafından devam ettirilmiş, sıvalı halde muhafaza edilmiştir. Bu sıvaları tamamen açan ise “Bizans Araştırmaları Enstitüsü”dür.Selam ve dua ile…İktibas Serhat Arvas - 13.07.2020


“Din İşleri Kurulunun Ayasofya Camii ile alâkalı facia açıklamasında peşpeşe iki maddenin birbirine tezat olması: "Ayasofya Camii’nde bulunan resimler, burada kılınacak namazların sıhhatine engel değildir. Bununla birlikte Müslümanların namazlarını huşû içerisinde eda etmelerini sağlamak için uygun yöntemler kullanılmak suretiyle namaz vakitlerinde söz konusu resimler perdelenmeli veya karartılmalıdır. İnsanlığın kültürel birikimi ve tarihsel mirası açısından büyük bir değeri haiz bulunan Ayasofya Camii’nin ibadet vakitleri dışında ziyarete açık tutulmasında dini açıdan herhangi bir engel bulunmamaktadır." İlk maddede resimler namaza engel değildir diyor, diğer maddede bu resimlerin ibadet vakti dışında açık bulunmasında sakınca yoktur, o yüzden ziyarete açık olacaktır diyor. Madem namazın sıhhatine mani değil, o zaman namazın dışında açılması dini olarak sıkıntılı değildir demeye ne gerek var? Ayrıca o resimler ikonlar, Müslümanların mirası veya kültürel birikimi falan değildir. Diyanet Ayasofya Camimizi resmen diyolog faaliyetine kurban etmeye çalışıyor.” Harun ÇETİN





SEMBOLLERİN DİLİ VE AYASOFYA Ayasofya’yla ilgili son tartışmalar onun iç düzenlemesinde yoğunlaşmış durumda. Yapı içindeki mozaik ve sembollerin, ısrarla fıkıh kitaplarımızda hükme bağlanmış olan normal resimler kategorisinde gösterilmesi doğrusu oldukça dikkat çekici. Ayasofya, 1985 yılında Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştı. Bununla bağlantılı olarak cami içindeki bu mozaik ve sembollere “kültürel miras”, “insanlığın ortak kültürel değerleri” gibi sıfatlar yakıştırılması da tahlil edilmesi gereken yaklaşımlardır.


Bu yazımızda bu konuya ilmî ve İslamî açıdan izahlar getirmeye çalışacağız. I- AYASOFYA’DAKİ SEMBOL VE MOZAİKLERİN NORMAL RESİM KATEGORİSİNDE GÖSTERİLMESİ Ayasofya’daki mozaik ve sembollerin normal resim gibi gösterilmesi son derece yanlıştır. Çünkü bunlar aşağıda izah edeceğimiz gibi Hıristiyanlığa ait sembollerdir.


a. Resim Kavramı: Resim, varlıkların görünüşlerinin kalem, fırça ve boya gibi araçlarla bir yüzeye çizilmesidir. İslam, tevhid inancını korumak, şirk ve putperestliğin önünü kapamak için tedbir sadedinde resim konusunda hassas davranmıştır. Özellikle canlı resmi yapmak bizzat Peygamberimiz tarafından yasaklanmıştır. Bu konuda iki hadis-i şerif, mealen şöyledir: “Her kim bir canlı resmi yaparsa, Allah ona, o resme can verinceye kadar azab eder. Ressam resmine katiyyen ruh veremez ve ebediyen azab olunur.” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, VI / 533). “Şu resimleri yapanlar yok mu? İşte onlar, kıyamet gününde, 'Haydi yaptığınız resimlere can veriniz?' diye azab olunacaklardır.” (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XII / 116). Bu hadis-i şeriflerdeki tehdit, canlı resimlerinin yeniden put yerine konulması tehlikesini bertaraf etmeye yöneliktir. Böyle bir tehlike olmadığı durumlarda ise ulemaca namaz kılınan bir yerde canlı resminin bulunması fıkhen mekruh kabul edilmiştir. Peki Ayasofya’daki resimler bu fıkıh hükmü içinde değerlendirilebilecek sıradan resimler midir? Bu soru çok önemlidir; bunun cevabını aramaya çalışacağız.


b. Teslisin Sembolleri Ayasofya’daki mozaikler kesinlikle sıradan birer resim değildir. Bunlar Hıristiyanlıktaki teslisin sembol ve simgeleridir. Teslis, bilindiği gibi “Baba Rab”, “Oğul Rab” ve “Ruhu’l Kudüs”ten oluşan üçlü tanrı sistemidir.





Teslisin İslam’daki hükmü Allah’a şirk koşmaktır. Zira Allah’a oğul isnad etmek (hâşâ) Cenab-ı Hakkı bir beşer olarak telakki etmek anlamına gelir. Ruhu’l Kudüs’le beraber üç mukaddes kabul etmek, âlemin sevk ve idaresinde (hâşâ) Allah’a yardımcı ve ortaklar tanımak olacağından bu şirktir. Bundandır ki Cenab-ı Hak bütün günahları affettiği halde şirki affetmiyor. (Bak: Nisa: 116.) Ayasofya’nın içindeki mozaik ve sembollere bakıldığı zaman bu şirk unsurlarını görmek mümkündür.


Birkaçını hemen zikredelim: Mozaiklerden birinde İmparator 6. Leon, İsa’ya (af dilemek üzere) secde ederken tasvir ediliyor. İsa’nın sağında Meryem Ana, solunda da (hâşâ) Cebrail bulunuyor. Bir diğerinde Meryem Ana değerli taşlarla süslü bir tahtta, kucağındaki çocuk İsa’yla oturuyor. Başının iki yanındaki harelerde “TANRI ANASI” manasına gelen kısaltmalar yer alıyor. Bir başkasında cennette tanrının tahtını koruyan melekler tasvir ediliyor. Yine başka bir mozaikte, kıyamet gününde insanlığın affedilmesi için Meryem ve Yahya’nın İsa’ya yakarmaları tasvir ediliyor. Ve bir başkasında da elbiselerinde haç işaretleri bulunan patrik tasvirleri yer alıyor.


Yani bu tasvirleri normal birer resim gibi görüp “Olsa olsa en fazla mekruh olur, o da namazın sıhhatine mani değildir” diye düşünmek asla mümkün değildir. Bunu bile bile böyle söyleyenlerin itikadî bir tehlikeyle karşı karşıya olduklarını hatırlatmak isteriz. Yani yukarıda manaları izah edilen semboller, açıkça Hıristiyanlığın teslis şirk ve küfrünün sembolleridir.


II- SEMBOL, SİMGE, ŞİAR VE ALAMET KAVRAMLARI Meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için sembol, simge, şiâr ve alamet gibi kavramların izahına yer verelim. Bir manayı, bir inancı, bir telakki veya ideolojiyi, bir sistemi somut biçimde gösteren şeye, remiz, rumuz, timsal, sembol veya simge denir. Bunun dinî literatürdeki karşılığı ise “şiâr”dır. Yani şiâr, bir inancı, bir telakkiyi sembolize eden alamet demektir.


a. İslam’ın Sembol ve Şiârları Hayatımızda sembollerin büyük yeri vardır. Mesela bayrak bir bez parçasıdır, ama milleti temsil eder; sancak da yine bir bez parçasıdır, ama orduyu temsil eder. Dolayısıyla bunlara hakaret, millete ve orduya hakaret manasına gelir. İşte Türk bayrakları yakıldığında maşeri vicdanda meydana gelen infialin sebebi budur.


Kuran-ı Kerim’de Safa ve Merve tepeleri ve kurban edilecek hayvanlar şiâr olarak tanıtılır (Bak: Bakara: 158; Hac: 36.); şiâr ve simgelere saygısızlık edilmemesi gerektiği ve bunlara değer vermenin Allah’a bağlılığın bir ifadesi olduğu anlatılır. (Bak: Maide: 2, Hac: 32.) Hac esnasında yüksek sesle söylenen telbiye de (lebbeyk Allahümme lebbeyk duası da) bir İslam şiârdır. (Müsned, II, 325.; V, 192.) İmam Maturudi’ye göre bütün farzlar birer şiârdır. (Bak: Tevilatü’l Kuran, IV, 134.) Fahri Razi ise ibadetle sınırlı olmaksızın Allah’a kulluk işareti taşıyan her şeyin şiâr kapsamına girdiğini söyler. (Mefatihul Ğayb, IV, 177; XI, 128.) Şah Veliyullah ed-Dihlevi’ye göre İslam’da öne çıkan en büyük dört şiâr “Kuran”, “Kâbe”, “Peygamber” ve “Namaz”dır. Bunlara saygı göstermek Allah’a saygı göstermek, bunlara saygısızlıkta bulunmak da yine Allah’a saygısızlık yapmak hükmündedir. (Hüccetüllahil Baliğa I, 206- 209.)


Son devrin büyük âlimlerinden Elmalılı Hamdi Yazır da şiârların bazen ibadetin kendisiyle, bazen de ibadet edilen mekânla ilişkili olabileceğini belirterek, ezanı, cemaatle namazı, Cuma ve bayram namazlarını, hatta cami ve minareleri de dinin şiârları arasında sayar. (Hak Dini, I, 554.) Demek ki şiâr İslam’ı çağrıştıran her şeyi içine alabilecek kadar geniş bir kavramdır. Ve İslam’ı çağrıştıran herhangi bir şeye saygısızlık, ona karşı küçük düşürücü, alaycı bir tavır, direkt İslam’a yapılmış gibi kabul edilir.


b. İslam Dışındaki Diğer İnanç ve Dinlerin Küfür ve Şirk Sembolleri İslam dışında diğer bütün bâtıl din ve inançların da şiârları vardır. Kilise, Hıristiyanları; havra, Yahudileri; heykeller de putperestleri hatırlattığına göre, bunlar da bu grupların sembol ve şiârlarıdır. Kâfirler için kutsal kabul edilen şiârlardan herhangi birini kabul etmek dinimizde haramdır ve küfre düşmek anlamına gelir. Bu sebeple küfrün alametlerini kabul etmek şöyle dursun, onlara hoş nazarla bakmak bile son derece tehlikelidir.


Bu manada haç işareti, papaz kıyafeti, orak çekiç işareti, gamalı haç, altı köşeli Yahudi yıldızı, kâfirlere ait devlet marşları, bayrak, flama ve armalar, rozetler vs. bunların her biri birer şiârdır ve Müslümanlar bunlardan uzak durmalıdır. Konumuz olan Ayasofya meselesinde bu şiâr ve alametlerin nasıl anlaşılıp yorumlanacağı meselesi hayatî önem taşımaktadır.


III- ANA SORUN AYNI ÇATI ALTINDA İBADET VE AYİN MESELESİ Burada ana mesele tek bir çatı altında tevhid açısından namaz kılmanın, teslis açısından ferdî olarak yahut grup halinde şirk ayini yapmanın taşıdığı tehlikedir. Tevhidle şirkin, hakla batılın karıştırılması, sanki birbirlerine muarız değillermiş gibi düşünülmesi, İslam akaidi ve fıkhı açısından bunu yapanların İslam dışına çıkması sonucunu hâsıl edecek kadar tehlikelidir. Ve elbette ki bu tehlikenin kaynaklandığı referanslar vardır.


Yine Ayasofya konusunu işlediğimiz bir önceki yazımızda Cin Suresinin 18. Ayet-i kerimesinden ve tefsirinden bahsetmiştik. Ayeti mealen tekrar hatırlayalım: “Şüphesiz ki mescidler Allah’ındır; o halde (oralarda) Allah ile beraber hiç kimseye ibadet / dua etmeyin!” (Cin:18.) Ayetin tefsirinde ise Yahudi ve Hıristiyanların havra ve kiliselerinde Allah’tan başkasını ilah addederek dua ve ayin yapmalarının şirk olup, Allah’tan başkasına yalvarma anlamına geldiğinin zikredildiği bilgisi vermiştik. Bunun tevhidi bozacağı, iman ve İslam ölçülerini ortadan kaldırarak kişiyi iman dairesi dışına çıkaracağı açıktır. Netice itibariyle aynı çatı altında tevhid ve teslisin sembollerinin bir arada bulunmasının doğuracağı iki büyük tehlike söz konusudur:


Bir: Ortada cami veya mescidin mahremiyeti diye bir şey kalmaz ki yukarıda meali verilen Cin: 18 ayeti zaten bunu anlatıyor. Keza bu, İstiklal Marşındaki “Ruhumun senden ilahi şudur ancak emeli, Değmesin mabedimin göğsüne namahrem eli” mısralarında dikkat çekilen tehlikenin somutlaşmış şeklidir.


İki: Bu uygulamalar Müslümanların tevhid inancına zarar verir. Zaman içinde şirk sembolleri normal kabul edilmeye başlanır. İnsanoğlu öyle yaratılmıştır ki, onun tehlikelerden uzaklaştırılması bir zarurettir. Şayet tehlikeye yakın olursa zamanla onunla ünsiyet peyda eder ve vahametini göremez olur. Ayasofya’daki mozaikler kapatılmazsa, Müslümanlar tevhidle teslisin, namazla Hıristiyan ayininin bir arada olabileceği vehmine kapılır, bunu yadırgamaz hale gelirler. Bu ise netice itibariyle akaid ihlaline sebep olur; işi, küfrü hoş görme noktasına sürükler. Bu sebeple Müslümanlar şirkin aslından ve onu çağrıştıran küçük büyük bütün alametlerinden uzak durmalıdır.


İmam Rabbanî’nin bir evvelki yazımızda paylaştığımız beyanı tam da bunu anlatmaktaydı. Önemine binaen tekrar hatırlayalım: “İman, inanılması zorunlu olan bilgileri kalbin tasdik etmesi, yani inanması demektir. Bu tasdikin alameti, küfürden uzaklaşmak ve kâfirlikten sakınmaktır. Kâfirlikten sakınmak da, küfre mahsus şeylerden, mesela zünnar bağlamak gibi küfür alametlerini kullanmaktan sakınmak … demektir. Tasdik edip de, zaruret olmadığı halde, küfürden sakınmayan Müslüman mürted olur.” (Mektubat, 1. Cilt, 266. Mektup, 3. Cilt, 16. Mektup)


Küfre ve şirke ve onların bütün alamet ve işaretlerine karşı dikkatli olmamız konusunda Rasulüllah Efendimizin ciddi uyarıları vardır. Bir hadis-i şerifte şöyle buyurulmuştur: “Rahiplerin elbiseleri (gibi yabancı ümmetlere has elbiseler) giymekten sakının. Kim onların şekillerine bürünür ve onlara benzemek isterse BENDEN DEĞİLDİR.” (Taberani, Evsat.)


Abdullah b. Amr b. As (r.a.) anlatıyor: “Resulüllah (s.a.v.) üzerimde rengi sapsarı bir elbise gördüğünde şöyle buyurdu: “Bu elbise (renk ve şekil itibariyle) kâfirlerin elbisedir; onu giyme!” (Ahmed b. Hanbel)


İslam âlimleri İslam’ın bu hassasiyetini eserlerine yansıtmışlar, haç takmak, zünnar bağlamak, haham rahip rahibe elbiselerini giymek gibi davranışları uzak durulması gereken küfür alametleri olarak görmüşlerdir.


Giyimde kâfirlere benzemek alamet-i küfür olursa, bundan daha önemli olan ibadet meselesinde Allah’ın evi sayılan camide teslis sembollerinin yer alması nasıl tehlike arz etmez?


IV- BU SEMBOLLER HAKKINDA “KÜLTÜREL MİRAS(!)” NİTELEMESİNİN KULLANILMASI Ayasofya’daki mozaik ve semboller teslis şirkinin alamet ve işaretleri iken bu gerçeği ört bas etmeye çalışırcasına bunlara “insanlık mirası”, “kültürel miras” vs. denmesi, doğrusu son derece esef verici bir durumdur. Böyle bir yaklaşımda gerçeklerin hem gizlenmesi hem de saptırılması söz konusudur.


Gerçeklerin gizlenmesi şöyledir: Ayasofya’nın içindeki teslis figürleri insanlığın değil, Hıristiyan dünyasının kabulleridir. Dünyada çok sayıda dinî inanç ve telakki vardır. Bunları dikkate almadan sadece Hıristiyanlığın inanç ve değerlerini insanlığın inanç ve değeri gibi göstermek hem hakikati gizlemek hem de büyük bir haksızlıktır. Bu ifadeler teslisi temize çıkarmak anlamına gelmekte, hatta teslis hakkında olumlu bir imaj bile oluşturmaktadır.


Ayasofya’daki ve başka mekânlardaki resim ve mozaikler Hıristiyanlar için bir değer ifade edebilir. Bunu bir Hıristiyan gibi benimseyip bütün insanlığa mal etmek büyük haksızlıktır.


Hıristiyanlık değerlerini dünya kültür mirası gibi lanse eden zihniyet, acaba İspanya’da imha edilen 850 yıllık medeniyeti hiç gündem etmiş midir?


Memleketlerini terk etmeye mecbur bırakılan, Hıristiyanlaştırılan, öldürülen, yakılan milyonlarca müslümanın davasını gütmüş müdür? Yahut bu medeniyetten geriye kalan tek şey olan Kurtuba Camiinin ortasına dikilen koca bir haçın manası üzerinde durmuş mudur? Yine İspanya’dan Balkanlara, Kafkaslara, Kırım’a kadar sinemaya, gazinoya çevrilen camiler acaba dünya kültür mirası adına bir mana ifade etmiyor muydu? UNESCO’nun bunların takibini de yapması gerekmez miydi?


Şunu unutmayalım: Tarih boyunca medeni davranış gösteren toplumlar olduğu gibi, insanlık için ızdırap ve felaket sebebi toplumlar da olmuştur. Bu ayrımı yapmadan, hakla batılı, haklıyla haksızı ayırmak mümkün değildir. Şayet hak - batıl ayrımı yapmaksızın insanların ortaya koyduğu bütün her şey kültürel miras kapsamında değerlendirilecek ise, o zaman Sevgili Peygamberimiz (hâşâ) Mekke’yi fethettiğinde Kâbe’nin içindeki putları kırdırmakla bu kültürel mirasa mı kast etmiş oldu?


Onun kırılmasını, yıkılmasını emrettiği, yüzlerce yıllık geçmişe sahip Lat, Menat ve Uzza da bu mantığa göre birer kültür mirası mı idi? Bu sorular “Canım o zaman cahiliye dönemi idi, putperestlik de zaten artık güncelliğini yitirmiştir” diye geçiştirilemez. Çünkü o insanlar o putlara “kendilerini tanrıya ulaştıran aracılar” olarak tapıyorlardı. Peki bu davranışla teslisin sembolü olan haça tapmak arasında ne fark var?


O zaman buradan şu sonuca gelmek zaruri oluyor: Toplumların inanç ve faaliyetleri insanlığın hayrına ve menfaatine hizmet olabileceği gibi, helakine ve mahvolmasına da sebep olabilir. Bu ayrımı yapmak ilmî ve insanî bir görevdir. Aksi takdirde tarih boyunca insanlığa nice acılar yaşatan rejim, sistem, din ve telakkilerin hepsinin müspet kabul edilmesi gerekir. Böyle bir yaklaşım da vakıaya, hakka ve adalete uygun olmaz. O halde Hıristiyanlığın teslis ifade eden sembol ve mozaiklerini insanlığa mal ederek “kültürel miras” diye yutturmak haksızlıktır, insanlığa yapılmış bir zulümdür.


SONUÇ: Ayasofya bizim savaşarak elde ettiğimiz fetih / kılıç hakkımızdır. Bunu bütün dünya meşru hak olarak kabul etmektedir. Buna bağlı olarak Ayasofya’nın dinî ve millî hüviyeti, bizim millî egemenlik hakkımızla bağlantılıdır. Ayasofya Müslüman Türk milletinin iftihar ettiği Fatih Sultan Mehmed’in tapulu malıdır. Hukukta da Ayasofya’nın mahiyeti ve devamı vakıf şartnamesiyle tanımlanmıştır. Bu vakıf şartnamesine göre Ayasofya fethin sembolü olan bir camidir. Nitekim hukukî bir kurum olan Danıştay’ın kararı da bunu teyit etmektedir. O halde Ayasofya aslî hüviyetine döndürülmelidir Onun aslî hüviyeti de, her türlü yabancı inanç ve telakkilerden arınmış bir şekilde “Allah’ın evi” olmaktır. İçinde İslamî kural, kaide ve ilkelere aykırı hiçbir yabancı unsura yer verilmemelidir. Tüm bu şartları dikkate alarak Ayasofya’yı aslî hüviyeti olan gerçek manada bir camiye çevirmek Allah’ın rızasını, Rasulüllahın (s.a.v.) hoşnutluğunu kazanmak; Müslüman Türk milletinin istek ve arzusunu yerine getirmek demektir. Meseleye böyle dinî ve millî bir sorumluluk anlayışıyla yaklaşmak şarttır. Bu aynı zamanda Ayasofya’yla beraber Müslüman Türk milletinin ilelebet kıyamete kadar yaşama iradesinin de bir gereğidir.


Ayasofya içindeki teslis sembollerine kültürel miras kılıfıyla müsaade etmek, Hıristiyanlık dünyasına, “Müsterih olun, sizin değerlerinizi koruma altına alıyoruz. Gün gelir buralara tekrar sahip olursanız, aynı şekilde iade ederiz.” mesajı vermektir. Bu ise İspanya tecrübesinde olduğu gibi Endülüsleşmeye davetiye çıkarmaktır. Ayasofya’yı aslî hüviyetine, “Allah’ın evi” olan “gerçek” bir camiye çevirmek, Fatih’in bedduasındaki lanetten ve Allah’ın gazabından kurtulmanın, ebedî hayatı kazanmanın yolunu ve fırsatını bulmak olacaktır. Konuyla ilgisi olan bütün yetkili ve sorumluların buna dikkat etmelerini millet olarak istiyor ve bekliyoruz.


Ali DEĞERMENCİ 21 Temmuz 2020


https://www.facebook.com/permalink.php?story_fbid=669909763602366&id=100017500452778